Bir önceki yazımızda modern dünyanın insana
bakışını, iş dünyasındaki insanın konumunu ve İnsan Değerleri kavramını ele
almıştık. Bu yazımızda ise İslam’a göre insanı ele alırken İslam’ın temel
kaynakları olan Kitap ve Sünnetteki konumunu inceleyip değerlendireceğiz.
Kur’an-ı
Kerim’de İnsan
“İnsan” kelimesi Arapça “ins” kelimesinden
türetilmiştir. Beşer, insan topluluğu anlamına gelir ve daha ziyade insan
türünü ifade eder. İnsan kelimesinin etimolojik kökenine bakıldığında karşımıza
üç farklı kök çıkmaktadır. Bunlardan ilki ünsiyet kurma, cana yakın olma
anlamındaki “ens” köküdür. İkincisi ise, unutma anlamındaki “nsy” köküdür. Ayrıca üçüncü olarak da, sevk etmek,
kımıldamak, hareket etmek, kımıldamak anlamındaki “nvs” kökü söylenebilir. Üç
farklı kökene bakıldığında görülecektir ki, üç kelime de insanın özelliklerini
yansıtmaktadır. İnsan hem diğer insanlarla bir arada yaşayan sosyal bir varlık
hem unutkan hem de hareket eden bir varlıktır.
Bu çerçevede kelimenin Kur’an-ı Kerim’deki
kullanımına bakıldığında, bu kullanımın insanın etimolojik anlamını muhteva
edecek şekilde olduğu, bununla beraber çok daha övgü dolu bir tanımlamaya
mazhar olduğu görülmektedir. Araf Suresinin 189. ayeti eşlerin
yaratılış hikmetlerinden birinin de ünsiyet kurmak olduğu ifade edilmiştir.
İnsanın unutkan olduğu ile alakalı ayetler de Kur’an-ı Kerim’de çokça
mevcuttur. (Casiye, 45/34; Mücadele, 58/19)
İnsanın bu gibi eylemlerini, fıtrat
özelliklerini anlatan ayetlerin yanında Kur’an-ı Kerim’de insanı öven,
vazifelerini ve sorumluluklarını bildiren de birçok ayet bulunmaktadır. Bu
ayetler içinde Fatır Suresi 39. ayet insanın yeryüzündeki görevini
anlatmaktadır: “O’dur; sizi, yeryüzünde halifeler kılmış olan. Kim küfrederse;
küfrü kendi aleyhinedir. Kâfirlerin küfrü Rableri katında ancak gazabı artırır.
Kâfirlerin küfrü onlara hüsrandan başka bir şeyi artırmaz.” Burada hilafeti
esas itibariyle yeryüzünü imar ve ıslah görevi olarak görmek ve insanın bu görevin
gerektirdiği güçlerle donatılmış olduğunu düşünmek yerinde bir tutum olacaktır.
Bu çerçevede söz konusu ayet, en temelde insanın yeryüzünde Allah’ın halifesi
olduğunu ifade ederek insanı yaratılan diğer tüm varlıklardan üstün kılmıştır (İsra, 17/70).
Bu üstün kılma o derecedir ki, Allah, meleklerden insana secde etmesini, tabii
ki saygı gösterme anlamında, talep etmiştir (Araf, 7/11). Bu çerçevede insanın
yaratılmışlar arasında en üstün konumda olduğu ifade edilebilir.
İnsanın yaratılışına ait bir ayette ise,
Allah, “Sonra onu düzeltip tamamlamış ve ruhundan ona üflemiştir. Size de
kulaklar, gözler ve kalpler vermiştir. Ne de az şükrediyorsunuz” (Secde, 32/9) buyurarak
insanların kutsiyetini ve özel yaratılışını vurgulamıştır. İnsanın bu özel
yaratılışı da Tin Suresinde, “Doğrusu Biz; insanı ahsen-i takvim olarak
yarattık.” (Tin, 95/4) ifadesi ile betimlenmiştir. Kanaatimizce insanın
yaratılışının en iyi ve en güzel bir biçimde olması insanın değerinin ve
öneminin en net göstergesidir. İnsanın ahsen-i takvim (en güzel şekilde) olarak
yaratılması buna açık bir işarettir.
Allah tarafından insana verilen yüksek
değerin yanında, kulluk bilincinden uzaklaşan insanlar için yapılan zayıf,
zalim, hırslı, zararda olan vb. nitelemeler de vardır. Bu bağlamda insanın
“eşref-i mahlûkat” olma ile “esfel-i safilin” olma arasında bir çizgide hareket
ettiğini ifade edebiliriz. İnsan kulluk bilincini unutmazsa, Allah’a hakkıyla
kul olursa en güzel bir şekilde yaratılmış ve ahlaklanmış benliğini “eşref-i
mahlûkat” kılar. Fakat kulluk bilincini unutur ve Allah’a inanmaz, şükretmez
ise en güzel şekilde yaratılmış benliğini “esfel-i safilin” kılar.
Allah’ın kuru çamurdan yaratıp kendi ruhundan
üflediği insan, bir yandan emaneti yüklenecek kadar cesur, varlıkların en şereflisi,
meleklerin secde ettiği, yeryüzünün halifesi, en güzel şekilde yaratılmış
(ahsen-i takvim) bir varlık; diğer yandan ise zayıf, zalim, kan dökücü,
bozguncu, sabırsız, tamahkar, doyumsuz, nankör, cimri, hırsına ve tartışmaya
düşkün, aşağıların en aşağısı (esfel-i safilin) bir varlıktır. Evet, insan, bu
özellikleri aynı anda barındıran ve büyük imtihan sahibi bir varlıktır.
“Nefse ve onu düzenleyene, Sonra
da ona, hem kötülüğü hem de takvayı ilham edene, Onu arıtan, gerçekten felaha
ermiştir, Ve onu örtüp kirleten ise muhakkak ziyana uğramıştır.” (Şems, 91/7-10)
Bu çerçevede düşünüldüğünde, Allah’ın,
Kur’an-ı Kerim’deki insan tanımlaması özetlenecek olursa; insan, en güzel bir
şekilde yaratılmış, kendini sorumlu kılmaya yetecek düzeyde bir özgürlükle
donatılmış, Allah’ın ruhundan üflediği ve tüm yaratılmışlara üstün kıldığı bir
varlıktır. İnsan, bu konumunu Yaratıcısına bağlı kalarak onun istediği şekilde
hayatını idame ettirerek sürdürmeli, kendi bütünlüğüne bağlı kalarak değerini
artırmalı ve “eşref-i mahlûkat” olarak yaşamalıdır. İnsan, Allah katında
değerlidir ve bütün semavi kitaplarda olduğu gibi Kur’an-ı Kerim’de de en
önemli muhatap odur.
Hadislerde İnsan
Hadis, Hz.
Peygamber’in sözlerini, fiillerini ve tasviplerinin tümünü tanımlamak için
kullanılan ifadedir. Bu çerçevede hadis ravileri aracılığıyla İslam’ın ilk
asırlarından bu yana günümüze kadar çokça hadis nakledilmiştir. Bu hadislerin
büyük bir çoğunluğu, bir insan olarak Hz. Peygamber’in, Kur’an ahlakı ile nasıl
ahlaklandığı hakkında bizlere bilgiler ve örnekler sunmaktadır. Allah’ın Kalem
Suresinde, “Muhakkak ki sen; büyük bir ahlak üzerindesin.” (Kalem, 68/4) ifadesiyle Hz. Peygamber’in ahlakının büyüklüğünü
belirtmiştir. Bu ahlak büyüklüğünü de Ahzab Suresinde, “Andolsun ki; sizin için
Resulullah’da güzel bir örnek vardır. Allah’a ve ahiret gününe kavuşmayı
umanlar ve Allah’ı çokça zikredenler için.” (Ahzab, 33/21) diğer insanlara örnek olarak sunmuştur.
Bu çerçevede
Hz. Peygamber de, insana ve insanın yitirdiği cenneti arayışına dair, bu
arayışın bir yolcusu olarak çokça söz söylemiş, fiilde bulunmuştur. Hz.
Peygamber, insanların yaratılışına dair, “Her doğan, fıtrat üzerine doğar.” (Buhari, Tefsir (Rum), 2) diyerek insanın fıtratının ahlaka, yani yaratılışa yatkınlığını
vurgulamıştır.
İnsan, doğduğu andan itibaren Allah’a iman hususuna fıtraten bir yakınlık
duymaktadır. Hilkatte eş ve eşit olmak bir yakınlık duyma konusunda da kendini
gösterir. İnsanların doğduğu andaki bu eşitliği bozacak, doğallığı yitirecek,
kullar arasına nifak sokacak hiçbir şey de söz konusu değildir. Hz. Peygamber,
bu durumu Veda Hutbesinde şu şekilde açıklamaktadır:
“Soylarla
övünülmez. Araplar, Arap olduklarından Acemlerden; Acemler de, Acem
olduklarından Araplardan üstün sayılamazlar. Çünkü Allah katında en yüce
olanınız, ona karşı gelmekten en fazla kaçınanınızdır (en takvalınızdır). Ey
insanlar dikkat ediniz! Rabbiniz tektir. Arap’ın Arap olmayana, Arap olmayanın
Arap’a, siyahın kırmızıya, kırmızının siyaha, takvadan öte, hiçbir üstünlüğü
yoktur. Şüphesiz Allah Teâlâ katında en üstününüz, Allah Teâlâ’dan en çok
korkanınızdır.” (Müsned-i Ahmed b. Hanbel, 5/411)
Etnisite bağlamında hiçbir insanın hiçbir insana benzemediği ve farklı,
kendine has nitelikler barındırdığı gerçeğinin Hz. Peygamber’in Veda Hutbesinde
dile getirilmesi İslam’ın insanları ele alışını ortaya koymakta ve bu konuda
önemli ipuçları sunmaktadır. İnsanlar arasında üstünlüğün olmadığı ve
ilişkilerde kibrin yer almaması gerektiği yine hadisi şeriflerde yer
almaktadır. Örneğin:
“Sizin şu
soyunuz–sopunuz kimseye üstünlük ve kibir taslamaya vesile olacak şey değildir.
(Ey insanlar!) Hepiniz Âdem'in çocuklarısınız. Hepiniz bir ölçek içindeki
birbirine eşit buğday taneleri gibisiniz. Hâlbuki hiç kimsenin kimseye, din ve
takva müstesna, üstünlüğü yoktur. Kişiye kötü olması için; başkalarını yermesi,
küçük görmesi, cimri, kötü huylu, had ve hududu aşmış olması yeter.” (Müsned–i Ahmed b. Hanbel, 4/158; İbni Kesir, 4/218)
Yukarıdaki hadis, bu minvaldeki önemli hadislerden biridir. İnsanları
tanımlarken “Ölçek içindeki birbirine eşit buğday taneleri gibisiniz.”
İfadesinin kullanılması ve kibrin, küçük görmenin, cimriliğin, kötü huyluluğun
yerilmesi İslam’ın insan anlayışını, eş ve eşitlik anlayışını göstermesi
açısından dikkat çekicidir. Bir başka dikkat çekici husus, eşitlik ile alakalı
hadislerin ikisinde de insanların bir ve beraber olarak telakki edilmesidir.
İlk hadiste “Rabbiniz tektir.” İfadesi, ikinci hadiste ise “Hepiniz Âdem’in
çocuklarısınız.” İfadesi, eşitlik ile beraber en önemli ilkelerden birinin de
birlik olduğunu göstermektedir. Zaten İslam’ın en önemli ilkesi “tevhit” ve
onun sosyolojik karşılığı “vahdet” yani birlik ilkesidir. İnsanlar arasındaki
her türlü hiyerarşi, toplumsal sistemle alakalı her türlü konu “tevhit”
ilkesinin açılımı “vahdet” ve “eşitlik” ilkesi ile beraber ele alınmalıdır.
Toplumsal sistemler üzerine düşünülürken söz konusu bu iki ilkenin önemli
referans noktası olması gerektiği düşüncesi asla akıldan ırak tutulmamalıdır.
Modern dünyanın insanı bir kaynak,
meta, nesne olarak tanımlanmasına karşın Kur’an, insanı ahseni takvim üzere
yaratılmış, Allah’ın ruhundan üflediği ve tüm yaratılmışlara üstün kıldığı bir
varlık olarak tanımlamıştır. Hadisler ise tüm insanları eşit zeminde,
“tevhit/birlik” bağlamında ele almıştır. Bu durum da göstermektedir ki modern
dünyanın insana bakışı İslam’ın tanımladığı insan karakterinden çok uzaktır.
İnsanı basitleştiren ve nesneleştiren bu tavra karşı İslam, insanı varlık
olarak yüce kılmıştır. Bu yüzden biz insanı hayatın tüm toplumsalında
modernitenin zincirinden kurtarıp İslam’ın nuruyla ele almak zorundayız.
Yeni Şafak, 03.03.2017.