23 Ekim 2018 Salı

İslam iktisadı mı İslam ekonomisi mi?


Daha önce iktisat ile ekonomi kavramlarını ele almış ve aralarındaki farkları tartışmıştık. Aynı anlamlarda kullanılmalarına rağmen bu iki kavramın arasında derin farklılıkların ve ayrılıkların olduğunu belirtmiştik. “İktisat” ve “ekonomi”nin ayrı zihinlerin ve ayrı yaklaşımların ürünü olduğunu söylemiş ve mevcut iktisat anlayışının materyalist iktisat anlayışı olduğunu ve onun iki uygulaması olan kapitalist ve sosyalist ekonomilerin de bizatihi onun politikaları, uygulamaları olduğuna işaret etmiştik. “İktisat” kavramının bir amaca matuf zihinsel bir çaba ve teori, “ekonomi” kavramının ise bu zihinsel çaba ve teorinin bir uygulaması olduğunun altını çizmiştik. Ekonominin dar ve sığ anlamına karşılık iktisat kavramının sadece ekonomiyi değil bütün hayatı kuşatan daha geniş ve derin anlamlar taşıdığını, yeni zihin üzerinden yeni dünyaya kapı aralayan felsefi bir tarafının bulunduğunu mütalaa etmiştik.

Şimdi bu yaklaşımdan hareketle “İslam iktisadı” ile “İslam ikonomisi” kavramlarını ele alıp bazı değerlendirmelerde bulunacağız. Müslüman zihin açısından bu iki kavramın neye tekabül ettiğini analiz etmeye çalışacağız.

İSLAM-EKONOMİ İLİŞKİSİ
Öncelikle şunun altını çizmekte fayda var: her düşünce sistemi, her medeniyet kendi kavramları ile hayat bulur. Bu çerçevede, İslam düşüncesinin, İslam toplumunun ve İslam sosyolojisinin en temel ilkesi, en esaslı zihni dayanağı kendi özgünlüğü ve kendine haslığıdır. Bu durum açık ve nettir. Bu açıdan, İslam düşüncesinin zihni arka planına ait umdelerin hayata ve pratiğe aktarılması son derece önemlidir. Burada her şeyin başına İslam koyarak oluşturulan çalışmaların ne kadar yetersiz ve özgünlükten uzak olduğu tartışmasını sonraya bırakmak kaydıyla şunu ifade etmeden geçemeyeceğiz. Modern dünyadaki gelişmeleri büyük bir yenilmişlik ve ezilmişlik duygusuyla takip edip oradaki değerleri kabullenmek, onları, başına “İslami” koyarak almak, zihni ve entelektüel tembelliğin ötesinde geleceği de karartan bir tutumdur. Kaldı ki, İslam kavramını kullanarak yapılabilecek bütün hata ve noksanlıkların da İslam’a ve Müslümanlara mal olabileceği ve onlara zarar verebileceği gerçeğini de unutmamak gerekir. O yüzden “İslami iktisat”, “İslami ekonomi”, “İslami banka”, “İslami demokrasi” vb. tüm nitelemelerin doğru olmadığını aksine bu yaklaşımın İslami değerleri tüketip içini boşalttığını sürekli vurguladık. Bu meyanda bu tür nitelemelerin, İslam’ın ve bizim dışımızda bir şey var da sanki ona öykünüyoruz çağrışımı yaptığının altını çizdik. Ancak bu önemli tartışmayı daha sonra derinleştirerek yapmak kaydıyla, “İslam” kavramını, ona yabancı olan ve aynı zamanda dar ve sığ anlamlar içeren “ekonomi” kavramıyla yan yana ve birlikte kullanmanın sakıncalarına dikkat çekmenin yeni bir zihin ve yeni bir iktisat oluşturma konusunda önemli bir sosyal görev olduğunu hatırlatmak istiyoruz.

İnsanların ve toplumların birbirleriyle olan ilişkilerini belirleyen temel unsur her medeniyetin kendine has ontolojik ve epistemolojik anlayışını ortaya koyan “kurucu dünya görüşleri”dir. Dolayısıyla ahlak, hukuk, siyaset, sosyoloji, iktisat vb. alanlarda farklı medeniyetlerin farklı anlayışlarının olması gayet tabii bir durumdur. Bu çerçevede düşünüldüğünde İslam iktisadına dair bir şeyler konuşulacaksa ilk ele alınması gereken konu İslam dininde yer alan insan ve insanın algılanması konusu olmalıdır. Çünkü insanın yaratılış hikmetini ve fıtratını gözardı eden bir yaklaşımla oluşturulan tüm anlayışlar İslam iktisat felsefesi veya İslam iktisat düşüncesi sıfatını hak etmeyecektir.

“İnsan nedir? İnsan, bir kaynak mıdır; yoksa bir değer midir? İnsanın dünyadaki misyonu nedir? Dünya mülk müdür; yoksa emanet midir? Ekonomik ilişkilerde insan tüketici midir, değerlendiren midir?” sorularına tutarlı cevaplar verilmeden ortaya konmaya çalışılacak her İslam iktisadı çabası yetersiz, sınırlı ve eksik olacak, uygulama modelleri de problem oluşturacaktır.

KUŞATICI TANIMA İHTİYAÇ VAR

Şimdi yukarıda anlatılan perspektif doğrultusunda önce kavramsal bir çerçeve ortaya koyalım ardından da bir İslam iktisat felsefesi ve ekonomik ilişkiler sistemi gündeme getirmeye çalışalım. Öncelikle İslam kavramının özgünlüğünü hatırlayalım, sonrasında ise yabancı ve başka zihinlerin ürettiği kavramlarla kendi kavramlarımızı yan yana getirmenin oluşturduğu sakıncaları düşünelim. Son olarak da, bu kapsamda yeni bir iktisat zihni üzerinden iktisat ve ekonomi ayrımını yapıp ve nihayetinde yeni bir kavram ihtiyacının altını çizelim.

Eğer yeni bir iktisat yaklaşımı oluşturulacaksa iktisat bizatihi İslami bir kavram olduğu için ondan hareketle oluşturulmalı ve yeni bir zihin üzerinden geliştirilmelidir. Bu noktada “kast” kelimesinden türetilen, bir amaca matuf olarak yaşamak anlamını taşıyan ve aşırılıklardan uzak olma, itidal üzere olma, adaletli olma, normal olma anlamlarına gelen “iktisat” kelimesi bize büyük ufuklar açmaktadır. Doğrudan iktisat kavramını kullanmak bizce yeterlidir ancak içinde bulunduğumuz halden dolayı, konunun önemi ve daha iyi anlaşılması açısından şimdilik “İslam iktisadı” kavramını kullanmak uygun olabilir. En azından İslam kelimesini İslami bir kelime olan iktisat kelimesi ile yan yana getirmiş oluruz. Bu anlaşılabilir bir durumdur. Ancak her ne olursa olsun İslam ile yabancı bir kelime olan ve meseleyi izah etmede yetersiz kalan ekonomi kelimesini yan yana kullanmak yani “İslam ekonomisi” kavramını kullanmak sağlıklı ve doğru bir tutum olmaz. Zira bu durum hem ulvi ve yüce İslam kavramına haksızlık olur hem de geniş ve kuşatıcı olan, hayatın bütününü kapsayan iktisat kavramına haksızlık olur.

İşin açıkçası iktisadi açıdan bu çağda, bu çağın koşullarında, bu çağın insanına dokunacak “yeni ve özgün” bir duruşa ve bunun doğal sonucu kapsayıcı ve kuşatıcı bir tanıma ihtiyaç vardır. Hayatın ve kalbin ritmini yakalayacak, insana dokunacak ve kalpleri titretecek bir kavrama ihtiyaç vardır. İktisadın temel problemi olan üretim/büyüme, paylaşım/bölüşüm, sermaye birikimi, emek/ücret konularına yeni açılımlar, yeni çözümler getirip geliştirecek yeni ekonomi politik anlayışa ihtiyaç vardır. İnsanlığın hayrına olan bu yeni ekonomi politik anlayışa özünü izah edici, açık, sade ve kuşatıcı yeni bir isim bulmak zorundayız. Başka bir ifade ile iktisat (şimdilik İslam iktisadı) ekseninde yeni bir ekonomi tanımına ve ismine ihtiyaç vardır. Evet, bunu anlıyor ve onaylıyoruz.

İslam’ın iktisat anlayışının tek ve kendine has olması, onun uygulamasının yani ekonomisinin ise çağı ve koşullarını hesaba katacak bir çeşitlilikte olması bizatihi İslam’ın imkan boyutunun önemli işaretlerinden biridir. Bu aynı zamanda insanlığın ve dünyanın gidişatı karşısında bir umut olarak iktisadın yeniden yorumlanmasının ve hayata geçmesinin önünü açmak, farklılığını ve zenginliğini korumak anlamına gelecektir.

İKTİSADI GERÇEK ANLAMIYLA KULLANMALIYIZ

Burada altı çizilmesi gereken bir konu daha var. İslam ekonomisi denildiğinde baskın olan modern ve Batılı ekonomik anlayışın bir parçası anlaşılıyor. Böyle demekle aslında egemen olan Batı’dır, siz de bir takım hassasiyetlerinizle bir kenarda durun denmek isteniyor. Bu durum adeta Batı’nın bir lütfunu çağrıştırıyor. Kaldı ki, siz hiç Hıristiyan ekonomi kavramını duydunuz mu? Duyamazsınız. Çünkü böyle bir şey yok ve olması da son derece zordur, zira Batı buna asla müsaade etmez. Aslında İslam ekonomisi kavramını kullanmakla denilmek istenen açık ve nettir: dünyanın efendisi biziz, ekonomi genel olarak bizim işimiz, siz de bizim istediğimiz yerde ve şekilde bekleyin ve bize tabi olun. Acı ama gerçek budur.

Oysa Müslümanların bu durumu tersine çevirmesi gerekir. İktisat denilince otomatik olarak İslam İktisadı anlaşılmalı ve bunun dışında olanlar kendilerini ayrıca tanımlama ihtiyacı hissetmelidirler. İşte o zaman bize ve insanlığa ait bir iktisattan bahsedilebilir ve derin umut tazelenebilir. Burada unutulmaması gereken bir gerçek daha var. O da, tarihi ve sosyolojik olarak “bir şeyde öz zayıfladıkça kabuk önem kazanır.” Bu çağda İslam’ın özü zayıfladığı için kabuk yani şekil önem kazanmakta ve bu durum da kendini İslami kavramları öne alarak ve onları yabancı kavramlarla birleştirerek göstermektedir. Böylece özgünlükten ve özden uzaklaşma gittikçe artmaktadır. Bu şuurdan yoksun insanlar da İslam ekonomisi diyerek ve üzerinde çalışmalar yaparak bu hatanın yaygınlaşmasına ve derinleşmesine neden olmaktadır. Olayın bir boyutu da Batı’nın teşvikiyle buradan geçinen birçok insanın var olması ve daha da acısı bunun farkında dahi olunamamasıdır. Bu son derece düşündürücü ve ibret vericidir.

Burada bir nokta daha var. Daha önce değindiğimiz gibi, iktisat ve ekonomi ilişkisi farklı ve derin bir ilişkidir. Dolayısıyla İslam’ın iktisat anlayışı, iktisat felsefesi tektir ve kendine hastır. Ancak bunun uygulaması yani ekonomisi ise çeşitli ve zengin olabilir. İslam ekonomisi denmekle de bütün bunlar göz ardı edilmiş ve büyük bir imkanlar yığını heba olmuş oluyor.

O yüzden biz diyoruz ki, İslam’ın bir iktisat görüşü vardır ve bu daha çok felsefi ve teoriktir. İşte bunun adı İslam iktisadıdır (ki, bu geçici bir kullanımdır, uzun vadede sadece iktisat denilmelidir). Bir de iktisadın uygulaması vardır. Bunun adı da ekonomidir (İslam ekonomisi asla değildir). Demek ki buradan anlaşılan şudur: İslam’ın bir iktisat anlayışı vardır ve bu tektir, biriciktir, kendine hastır, buna şimdilik İslam iktisadı diyebiliriz. İktisadın birçok uygulaması vardır buna da ekonomi diyebiliriz. İslam iktisadı kavramını kullanmakta şimdilik ve geçici olarak mazuruz. Ancak İslam ekonomisi kavramını kullanmak yeni zihin ve yeni iktisat açısından hem yetersiz hem de İslam’ın, Müslümanların ve insanlığın geleceği açısından son derece tehlikeli ve umut kırıcıdır. Bu çerçevede yapılacak iş de açık ve nettir: İslam iktisadı üzerinden yeni bir ekonomi kavramı ve anlayışı geliştirmek.

Yeni Şafak, 16 Ekim 2018

İktisat ile ekonomi farkı

Genel olarak iktisat ile ekonomi aynı anlamlarda kullanılır. Oysa aralarında derin farklar ve ayrılıklar vardır. Bugün var olan iktisat anlayışı materyalist zihnin ürettiği iktisat anlayışıdır. Materyalist iktisadın iki tür uygulaması mevcuttur. Bunlardan biri sermayenin egemen olduğu kapitalist ekonomi, diğeri de bir sınıfın egemen olduğu sosyalist ekonomidir.

Şimdi “iktisat” kavramı ile onun bir uygulaması olan “ekonomi” kavramının ilişkisini yakından incelemeye ve değerlendirmeye çalışalım.

“Ekonomi” kelimesinin “iktisat” kavramının İngilizce karşılığından geldiğini biliyoruz. Ancak insan, toplum, eşya ve kâinat telakkileri açısından Batı’daki anlayışlarla İslam’ın anlayışları arasında zihinsel olarak dünyalar kadar fark olduğu açıktır. O açıdan bu derin ve uzlaşmaz farkın altını çizmek ve bu konuda farkındalığı artırmak için, şimdilik, bu iki kavrama farklı anlamlar yükleyerek bir başlangıç yapmakta fayda var. Bu arada bu konunun araştırılması, derinleştirilmesi ve geliştirilmesi meselesinin aydınların ve akademisyenlerin önünde duran acil bir görev olduğu da unutulmamalıdır.

İşin açıkçası “iktisat” ile “ekonomi” kelimelerini kavramsal olarak ve kökenleri itibariyle birbirinden ayırmak gerekir. Kanaatimizce “iktisat” daha ziyade teoriye dönük, ekonomi ise bizatihi uygulamaya dönüktür. Bu noktada iktisat ekonominin dar çerçevesine hapsedilemez. İktisat ekonomiyi kapsar, kuşatır ancak onunla sınırlı ve eş görülemez. Çağdaş dünyada “iktisat”, hayatı kuşatan sosyo ekonomik bütünlüğün kavramsallaştırılması, modellenmesi ve teorisidir; “ekonomi” de, bu kavramsallaştırmalara dayalı gündelik yaşam pratiği olarak birlikte tek bir sosyal praksisi oluşturmaktadır. Başka bir ifade ile iktisat, ekonomi uygulamasının toplumun tüm kesimleri gözetilerek ve kuşatacı belli bir siyaset anlayışıyla hayata geçirilmesidir. Yani iktisat, ekonomi politiktir. Diğer bir deyişle iktisat, politik ekonomidir.

Öncelikle “iktisat” ve “ekonomi” kelimelerinin kökenlerine bir bakalım. “İktisat” kelimesi aslında Arapça bir kelime olup “kasd” kökünden gelmektedir.1 “Kasd” ise hedefe yönelme, doğru yol, amaca uygun, mutedil demektir. Bir açıdan da “kıst” (adil olan pay, adalet) kavramını düşünürsek her şeye hakkını verme, her şeyi yerli yerine koyma, diğer bir deyişle tam anlamıyla adaleti tesis etme “iktisat” kavramına derin bir açılım yapabilir. Bu yönüyle, “iktisat” kelimesi itidal üzere hareket etme, harcamalarda tasarruflu olma, kanaat etme demektir. Başka bir ifade ile iktisatta bir gayeye yönelme vardır; “amaçlılık, ölçü ve ölçülülük” sosyal ve iktisadi kavrayışın temel unsurlarıdır.

“Ekonomi” kelimesi ise yunanca “oiko” (ev) ve “nomia” (kural) köklerinden oluşan “oikonomia” kelimesinden gelmektedir. Bu yönüyle, “ekonomi” kelimesi ev kuralı, ev yönetimi demektir. Bizim literatürde kullanılan “ilmi tedbiri menzil” deyiminin anlamı da bir bakıma “ev yönetimi”, “ev yönetim bilgisi” demektir ve “oikonomia” kelimesi ile paralellik arz edebilir. Ancak aralarında bazı temel farklar vardır.

“Oikonomia ile ilmi tedbiri menzil arasında epistemoloji ve kaynaklar bakımından mevcut bu temel farklara bir üçüncüsü eklenebilir: Amaç farklılığı. Bilindiği gibi ilmi tedbiri menzilin amacı, hane halkına bu dünyanın yanı sıra öte dünyanın da mutluluğunun yollarını göstermek iken, özellikle Aristo’nun anladığı anlamdaki oikonomiada böyle “öte dünya mutluluğu” kavramı –görebildiğimiz kadarıyla– yer almaz. Bu hususun, İslam’ın ahiret inancına olan vurgusundan kaynaklanan bir fark olduğu açıktır”2

İlmi tedbiri menzil

İktisat kavramını “ilmi tedbiri menzil” kavramıyla birlikte düşündüğümüzde ekonomi kelimesinden en temel farkının “amaç farklılığı” olduğu açıktır. Zaten varılacak yer anlamındaki menzil kelimesi bunu açıkça göstermektedir. İşte bütün bu tartışmalar bize, “iktisat” ile “ekonomi” kelimelerinin kökenleri kadar, yöneldikleri maksatlar açısından da ciddi ve derin farklılıklar taşıdıklarını gösterir. Bugün için, “iktisat” kavramının İngilizcesinin “ekonomi” kelimesi olması bizi yanıltmamalıdır. Zira söz konusu maksat farklılığındaki temel ayırım bize bugün kullanılan sözde iktisat kavramının aslında zihin ve anlam olarak kapitalist iktisat hatta daha doğru bir ifade ile materyalist iktisat olduğu açıktır.

İktisat ile ekonomi farkının daha iyi anlaşılması ve ekonomi kavramının yetersizliğinin gün yüzüne çıkması konusunda bu disiplinin kurucularından Adam Smith’in (1929-1790) Ulusların Zenginliği adlı kitabındaki bir değerlendirmesi dikkate şayandır. “Siyasal ekonomi, iki ayrı amaç güder: Birincisi, halka bol bir gelir veya geçim sağlamak yahut daha doğrusu, onların, kendileri için böyle bir gelir ve geçim sağlamalarını mümkün kılmak; ikincisi, devleti ya da toplumu kamu hizmetlerine yetecek bir gelirle donatmaktır. Halkı da hükümdarı da zengin etmek gayesini gözetir”. 3 Aslında Smith, halk ile devleti bir araya getirip bütünleştirecek bir yaklaşımdan bahsederken siyasal ekonomi kavramını kullanarak altını çizmeye çalıştığımız farkın işaretini vermektedir.

Devletin yasası
Ayrıca bu konuda Fransız Devrimini etkileyen düşünür Jean-Jacques Rousseau (1712-1778) önemli bir isimdir. Toplum Sözleşmesi adlı eseriyle ünlenen Rousseau, pek de duyulmamış olan Ekonomi Politik adlı kitabında bu konuda ilginç değerlendirmelerde bulunuyor. “Ekonomi ya da oikonomi (ahlaksal ve siyasal). Bu sözcük oiko, ev ve nomo, yasa sözcüklerinden gelir ve kökenine göre, tüm ailenin ortak iyiliği için ev işlerinin akla ve belli kurallara uygun biçimde çekilip çevrilmesi anlamını taşır. Bu terimin anlamı sonradan en büyük ailenin, yani devletin yönetimini de kapsayacak biçimde genişletilmiştir. Bu iki anlamı birbirinden ayırt etmek için, ikinci durumda buna genel ya da politik (kamusal) ekonomi, öteki durumdaysa ev ekonomisi ya da özel ekonomi adı verilir”. 4

Rousseau, daha eserinin girişinde ekonomiyi “özel ekonomi” ve “genel ekonomi” (politik ekonomi) olarak ayırmak durumunda kalmıştır. Genel ekonomiyi politik (kamusal) olarak değerlendirmiş, buna toplum ve devlet idaresi anlamı vererek buradan da genel iradeye varmıştır. Ekonomi politiği bir anlamda polis’in nomosu olarak yani toplumun/devletin yasası, düzeni olarak görmüştür. Bu son derece ilginçtir.

Rousseau, “Servetlerde aşırı eşitsizliği önlemek yönetimin en önemli sorunlarından biridir, ama bunu hazineleri sahiplerinin elinden alarak değil hazine yığma olanağını herkesin elinden alarak, yoksullar için bakımevleri kurarak değil yurttaşları yoksullaştırmaya karşı güvenceye alarak yapmalıdır” der. Halkların erdemli olmalarının vatanı sevmekle başladığını söyler ve ardından da şunu ifade eder: Özgürlük olmadan vatan, erdem olmadan özgürlük ve yurttaşlar olmadan da erdem var kalamaz; yurttaş yetiştirirseniz, geri kalan her şeye de sahip olursunuz; yoksa elinizde sadece bir yığın kötü ve işe yaramaz köle kalır, en başta da devlet yöneticileri olmak üzere…

Rousseau, genel irade, onun somutlaşması olan devlet, devletin işleri için gereken erdem, erdemin hakim kılınması için gereken eğitim gibi, iyi bir toplum yönetiminin temel ilke ve kurumlarını tanımlamaya çalışır. Ona göre bütün bunlar devletin görevidir ve her şeyde “genel iradeyi” hakim kılmak esastır. Yasa koyucunun birinci görevi yasaları genel iradeye uydurmak, yöneticinin birinci görevi de yönetimi yasalara uydurmaktır. Aslında Rousseau, bütün bu anlattıkları ile genel ekonomi kavramını kullanmakla kalmamış aynı zamanda bunun kamusal tarafını açıklayıp genel irade üzerinden kamucu bir ekonominin işaretlerini vermiştir. Bu gerçekte ekonomi kavramının ne kadar yetersiz olduğunun işaretidir.

“İktisat” ve “ekonomi” ayrı zihinlerin ve ayrı yaklaşımların ürünüdür. Bu açıdan şunu çok rahatlıkla söyleyebiliriz: Mevcut iktisat anlayışı materyalist iktisat anlayışıdır ve kapitalist, sosyalist ekonomiler de bizatihi politikaları, uygulamalarıdır. “İktisat” bir amaca matuf zihinsel bir çaba ve teori “ekonomi” ise bu zihinsel çaba ve teorinin bir uygulaması demektir. Bir bakıma “ekonomi”, bir iktisat politikasıdır, bir iktisat uygulamasıdır yani dar ve sığdır. “İktisat” ise sadece ekonomiyi değil bütün hayatı kuşatan daha geniş ve derin anlamları olan, yeni zihin üzerinden yeni dünyaya kapı aralayan felsefi bir kavramdır.

“İktisat” ile “ekonomi” arasındaki fark, ana strateji ile politika arasındaki fark kadar derin, anlamlı ve hayatidir.


Star Gazetesi, 26.05.2018