Birlik Vakfı Konferansı

İnsanın ihtiyacı değil ihtirası sınırsız

İnsanın ihtiyacı değil ihtirası sınırsız


İnsanın bir kuş gibi iki kanatlı ve bu kanatlardan birisinin adının dünya, diğerinin de ahiret olması gerektiği, kadim kültürümüzde yeni kuşaklara ilk öğretilen bilgilerden biriydi. Bizim Müslümanlar olarak dünyayı mamur etmek gibi bir görevimiz var ve bu görev, çalışıp çabalamadan, güç sahibi olmadan yerine getirilmiyor. Dünyayı mamur etmek için güce sahip olmak gerek. Bu yüzdendir ki bir hadiste “Kuvvetli mümin zayıf müminden yeğdir.” denmiştir. Kuvvetli olan yeğdir çünkü gücün bir şeyleri dönüştürme imkânı vardır.
İktisat, kıt imkânların akıllıca kullanılması olarak tarif edilir genellikle. Bu tanımlama yapılırken de, insanların ihtiyaçlarının sınırsız olduğundan yola çıkılır. İşte tam bu nokta, yolun çatallandığı noktadır. İnsanın ihtiyaçlarının sınırlarına farklı bakan iki farklı dünya vardır çünkü. Bunlardan birisi buna sınır koymazken diğeri sınır koyar ve bu da iki dünyayı birbirinden kesin bir şekilde ayırır. Bu sınırlar daha sonra konan kurallarla birbirinden net bir şekilde ayrılır. Mesela bu dünyalardan birisi çalışmaya “Kendi sınırsız ihtiyaçlarını temin” gözüyle bakarken, diğer dünya çalışmaya “Hayata katılmak, bir şeyler üreterek kardeşine yardımcı olmak” olarak bakar. Bu da iki dünyayı birbirinden kalın çizgilerle ayırır.
Ama son yıllarda, özellikle Tanzimat’tan beri iktisatla ve dünyayı mamur etmeyle ilişkimiz kesildi. Bu kopuş, Osmanlının çöküşüne şahit olma travması yaşayan bir topluluk için mazur görülebilir belki. Ama bu kopuşun ardında, bizi bu iddiadan çeşitli entrikalarla uzak tutan başkaları da var. Bu başkaları, her türlü güç ve imkanı elinde tutup tüm dünyanın kaynaklarını kullanırken bize “Yozlaşmış bir dervişliği” öğütledi bilindiği üzere. Oysa kadim kültürümüzün dervişi “Zahirde halk ile batında da Hak ile” olurdu ve elbette doğrusu buydu.
İktisada kafa yoranlar
Bu konulara artık daha fazla kafa yoruluyor. Bu kafa yoranlardan biri de, Al Baraka Türk Genel Müdür Yardımcısı Temel Hazıroğlu. Temel Hazıroğlu, Birlik Vakfı Bursa Şubesi'nde “Katılım Ekonomisi, Yeni Zihin, Yeni İktisat” konulu bir konferans verdi 4 Aralık Cuma gecesi.
Sözlerine son dönemlerin en önemli isimlerinden olan Sabahattin Zaim’e atıfta bulunarak başlayan Temel Hazıroğlu, faizsiz bankacılık konusundan yola çıkarak iktisada, oradan da birbirinden tümüyle farklı iki dünyanın zihinsel kodlarının ne olduğunu açıklamaya kadar sarsıcı bir ufuk turuna çıkardı bizleri. “Sabahattin Zaim, faizsiz bankacılık konusuna ciddi olarak kafa yordu ve o aynı zamanda ‘Bu kurumlar sadece para kazanmak için kurulmadı!’ diyen dava hassasiyetine sahip biriydi.” diye başladı sözlerine Temel Hazıroğlu. Sonra da “Sabahattin Zaim, insanı ‘Homo ekonomikus’ olarak gören anlayışı reddederek insanı ‘Homo İslamikus’ diye tanımlar. Bunu yaparken de insanın sadece maddiyattan ibaret olmadığını belirtir. İşte onun bu tavrı beni bu alanda çalışmaya itti.” diye sürdürdü sözlerini.
Zihnimizi tazelemeliyiz
Temel Hazıroğlu, yürünmesi gereken çok yol, söylenmesi gereken çok söz olduğunu belirtti ardından. Ama bunlara başlamazdan önce yapılması gereken en önemli şey, ‘zihnimizi tazelemek’ti. Zihni köhnemiş bilgilerden ve verili durumlardan uzak tutmanın Batıda başladığını, bizim de çok geç kalmadan bunu gerçekleştirmemiz gerektiğini de ekledi.
Bilimsel kuralları anlayıp Müslümanca yaşamalı
Temel Hazıroğlu, sohbetini akıcı bir şekilde sürdürürken farklı ve önemli bir şeye şahit olduğunu söyleyerek bu anısını bizlere aktardı. Bu anı ve bu anıdaki tavır, gerçekten de üzerinde kafa yorulması gereken bir şeydi bence de. Temel Hazıroğlu, bu önemli anısını şu sözlerle aktardı: “Bilimlerin ve olayların kendi dinamikleri, kendi kuralları vardır. Mesela iktisadın kendi dinamikleri vardır. İktisat, iktisattır ve kendine özgü yasaları vardır. Birkaç yıl önce İstanbul’da katıldığımız bir sempozyumda Mısırlı bir iktisatçı bu konuda şöyle ilginç bir yaklaşım sergilemişti ve ben de o günden bu yana o tavır hakkında kafa yoruyorum. Şöyle demişti o iktisatçı: ‘Ben, laik bir iktisadi sisteme inanan bir iktisatçısıyım.’ Bu cümleyi daha o zaman önemsedim. Gerçekten de her olay ve her bilimin kendine özgü kuralları vardır. Bize düşen ise onları Müslümanca yorumlayıp Müslümanca uygulamak.”
Düşüncede de fetret dönemindeyiz
İlgiyle dinlenen sohbetine İslam dünyasındaki düşünce kısırlığından söz ederek devam etti Temel Hazıroğlu. Konuya dair şunları söyledi: “İslam dünyası olarak biz, iki yüz sene önce fetret dönemine girdik. Görmek ve kabul etmek istemiyoruz ama biz hâlâ fetret dönemindeyiz ve tek yaptığımız geçmişimizle övünmek. Kabul edelim ki şanlı geçmişimiz geride kaldı ama hayat devam ediyor. Şimdi yapmamız gereken, geçmişten ders alıp bugünü yeni bir bakış açısıyla ve çağın gereklerine uyarak Müslümanca kurgulamak. Bizim bir diğer hatamız da, kendimizi hep bir şeylere karşı veya taraf olarak konumlandırmak. Bu da yanlış. Unutmamalıyız ki bir şey neyse odur. Bize düşen, onun ne olduğunu bilip anlamak, doğru bir şekilde anlayıp doğru yorumlamaktır. Bu da bizim zaaflarımızdan biri.”
Hayır, ihtiyaçlarımız sınırsız değil
Temel Hazıroğlu, Batılılarca “Kıt kaynakların sınırsız ihtiyaçlar için uygun kullanımı” olarak tanımlanan ekonominin aslında iktisattan farklı olduğunu, ekonomi kelimesinin iktisat kelimesini karşılamadığını, iktisat kelimesinde ‘kast etme’yle beraber bir mutedillik de olduğunu ve hepsinden de öte, bizim zihin dünyamızda insanın sınırsız ihtiyaç sahibi olmadığının yattığını söyledikten sonra, bize ihtiyaç diye bildirilen şeylerin aslında ihtiras olduğunu şöyle anlattı: “İnsanın ihtiyacı sınırsız değildir. Bir Müslüman için üç ihtiyaç vardır. Bunlar da asli ihtiyaçlar, bir. Çamaşır makinesi, ütü gibi hayatı kolaylaştırıcı ihtiyaçlar, iki. Bir de hayatı ve mekânları güzelleştirici ihtiyaçlar, üç. Bunun dışında insanın bir ihtiyacı yoktur. Bundan sonrası için söylenmesi gereken sözcük ‘ihtiyaç’ değil, ‘ihtiras’ olmalıdır.”
İnsan kaynak değil değerdir
Günümüz modern dünyasının insana bir kaynak olarak baktığını ve bu bakışın Müslümanca olmadığını birçok İslam âliminden referansla şöyle anlattı Temel Hazıroğlu: “İslam’a göre insan kaynak değil, başlı başına değerdir. Bunun gibi yanlış kavramlar var. Mesela, eşyaya sahip olmak deniyor. Bizim inancımızda mülk Allah’ındır, bizler emanetçiyiz. Yine modern dünya insana 'tüketici' gözüyle bakar. Bu da insana hakarettir. Çünkü Müslümanlar bir şeyi tüketmez, değerlendirir. Bir Müslüman, ihtiyacı kadarını kullanır, geri kalanı ise ihtiyaç sahibine vererek ‘değerlendirir’ veya sünnetler. Belki de Müslüman iktisatçıların bu noktadan yola çıkması gerekir. Hem kadim kültürümüzün hem de çağımızın sancılı mütefekkirleri iktisat konusuna da kafa yormuş ve iktisada Müslümanca yorumlar getirmişlerdir. Batı bu konuda genel olarak insanın maddi ihtiyaçlarına bakarak bir dünya inşa etmiştir. Oysa Müslüman mütefekkirler insanın manevi tatminini hesaba katmışlardır. Bunu İbni Haldun’da da, İmam Gazali’de de, Sabahattin Zaim’de de, Sezai Karakoç’ta da görmekteyiz. “
Temel Hazıroğlu, sözlerini şöyle sonlandırdı: “Konu uzun ve derin. Bu konuyu anlamaya giriş olarak sizlere Nurettin Topçu’nun 'Var Olmak', Aliya İzzetbegoviç’in 'İslam Deklarasyonu' ve Sezai Karakoç’un 'İslam Toplumunun Ekonomik Strüktürü' adlı kitaplarını önerebilirim.”
 
Ahmet Serin notlarını aktardı

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder