25 Ekim 2016 Salı

YÜCELİŞ


“Allah: “Ey Adem, zevcenle birlikte cennete yerleşin, dilediğiniz yerden yiyin. Ancak şu ağaca yaklaşıp da zalimlerden olmayın!” dedi. Derken şeytan, kendilerine örtülmüş olan ayıp yerlerini açmak için ikisine de vesvese verdi ve: “Rabbiniz size bu ağacı yalnızca birer melek olmamanız yahut ölümsüzlüğe kavuşmamanız için yasak etti” dedi. Ve: “Ben gerçekten sizin iyiliğinizi isteyenlerdenim” diye ikisine de yemin etti. Bu şekilde onları kandırıp sarktırdı. Bunun üzerine o ağacın meyvesini tattıklarında, ikisine de ayıp yerleri açılıverdi ve üzerlerini üst üste cennet yapraklarıyla yamamaya başladılar. Rableri onlara: “Ben size bu ağacı yasaklamadım mı, haberiniz olsun bu şeytan size açık bir düşmandır, demedim mi?” diye seslendi. Onlar: “Rabbimiz, biz kendimize zulmettik; eğer Sen bizi bağışlamaz, bize merhamet etmezsen kesinlikle hüsrana uğrayanlardan oluruz” dediler. Allah: “Kiminiz kiminize düşman olarak ininiz! Size bir süreye kadar yeryüzünde yerleşmek ve bir nasip almak var kaderinizde” buyurdu. “Orada yaşayacak, orada ölecek ve oradan dirilip çıkarılacaksınız” dedi. Ey Adem oğulları, size ayıp yerlerinizi örtecek ve süs olacak giysi indirdik; fakat takva elbisesi hepsinden hayırlıdır. İşte bu, Allah’ın ayetlerindendir. Gerek ki, düşünüp ibret alırlar. Ey Adem oğulları, şeytan nasıl ki, anne-babanızı ayıp yerlerini kendilerine göstermek için cennetten çıkardıysa sakın sizi de belaya uğratmasın! Çünkü o ve yandaşları sizleri, sizin kendilerini göremeyeceğiniz yönden görürler. Biz, o şeytanları imana gelmeyenlerin dostları kılmışızdır.” (Araf, 7/19-27).
“Doğrusu arınan, felah bulmuştur.” (Ala, 87/14).
“Nefse ve onu düzenleyene, sonra da ona, hem kötülüğü hem de takvayı ilham edene yemin olsun ki, onu arıtan, gerçekten felaha ermiştir. Ve onu örtüp kirleten ise muhakkak ziyana uğramıştır.” (Şems, 91/7-10).
“Eşrefi mahlukat” yani yaratılmışların en şereflisi olan insan, bu hasletini Allah’tan almıştır. Öyle ki, “Gerçek şu ki, önce sizi yarattık, sonra size şekil verdik, sonra da meleklere: “Adem’e secde edin!” dedik; hemen secde ettiler, ancak İblis secde edenlerden olmadı,” (Araf, 7/11) ayetinde belirtildiği gibi, meleklerin bile ona saygı anlamında secde etmesi istenmiş ve onlar da İblis hariç secde etmişlerdir.
Allah’tan aldığı bu şerefi korumak ya da kaybetmek, açıkçası yaratılışta kazandığı bu değeri taşıyıp taşımamak, insanın kendi iradesinde, kendi elindedir. Tam da bu yüzden her insan irade/ihtiyar sahibi, özgür bir varlık olması hasebiyle şereflidir ve saygıyı hak eder. İnsanın bu halini koruması da yine kendi sorumluluğundadır.
İşin açıkçası insana şerefi yaratılışta Allah vermiştir ve insan bu özelliği ile diğer tüm canlılardan ayrılmıştır. İnsanın bizatihi yaratılıştan, doğasından aldığı bu şeref, onun en doğal, vazgeçilemez, müdahale edilemez ve devredilemez hakkıdır. İnsanın daha doğarken hak ettiği bu hasletini hiç kimse hiçbir gerekçeyle elinden alamaz.
İnsan, ancak kendi hür iradesiyle bu şerefi bizzat kendisi kaybeder, “esfeli safilin” yani aşağıların en aşağısı olur. Veya yine ancak kendisi bu şerefini muhafaza eder ve onu daha da yukarılara taşır, yüceltir. Başka bir deyişle, insan ya esfeli safilin olur aşağılara iner ya da insan kalır, insan olur, “insanı kamil” olur ve Yüceliş’i yaşar.
İnsana düşen doğuştan kazandığı bu şerefi, bu onuru aşağılara düşürmek değil yukarılara çıkarmak yani yüceltmektir. Şunu rahatlıkla söyleyebiliriz ki insan için en önemli görev; kendi içinde derinleşerek ve kendi dışına açılarak Yüceliş’i yaşamasıdır.

Yüceliş’in Öyküsü
Yukarıda sözünü ettiğimiz “Yüceliş” kavramı aslında Hz. Adem’in yani İnsan’ın;  yaratılışı, cennet hayatı, kaybedilen imtihan sonrasında yeryüzüne indirilişi ve tekrar cenneti kazanma mücadelesinin öyküsü olarak da okunabilir.
Öyle ki,  bu öykü,  insanın yeryüzüne düşüşü sonrasında tekrar cenneti kazanma mücadelesi gibi özetlenebilse de, aslında bu durum insanın içinde imtihanın olduğu ve sonsuzluğu noktasında bilgi sahibi olmadığımız bir cennetten, imtihanın olmadığı ve sonsuz bir cennete Yüceliş’inin hikayesi şeklinde de okunabilir.
Bu noktada sözünü ettiğimiz “Yüceliş Fikri”ni diğer bir deyişle “Yüceliş Düşüncesi”ni İnsan’ın/Adem’in öyküsü üzerinden şöyle özetleyebiliriz:
1.  Adem’in yani insanın hikayesi cennette başladı. Allah, varlığının hikmeti bilinsin diye Adem’i yarattı ve ona cenneti verdi.
2.  Adem kendisine bir arkadaş istedi ve Allah, Havva’yı yarattı. Ve Allah onlara, dilediğinizden yiyin, ancak şeytana uyup şu ağaca yaklaşmayın yoksa zalimlerden olursunuz, dedi.
3.  Şeytan da, Rabbiniz bu ağacı yalnızca ölümsüzlüğe kavuşmamanız için yasak etti ve ben gerçekten sizin iyiliğinizi isteyenlerdenim, dedi.
4.  Adem ile Havva şeytana uyup ağacın meyvesini tattılar ve bu hata sonucu her ikisinin de avret yerleri açıldı. Ve bunun üzerine onlar, Rabbimiz biz kendimize zulmettik sen bizi bağışla yoksa hüsrana uğrayanlardan oluruz, dediler.
5.  Allah da onlara, sizlere cenneti bir kez ikram ettik ancak bunun kıymetini bilemediniz artık onu hak etmeniz gerekir, imtihan için yeryüzüne inin ve nasip almaya çalışın, dedi.
6.  Böylece yaptığı bir hata sonucu, Adem/insan yeryüzüne düştü. Yani sıladan gurbete düştü.
7.  Ve bu düşüşle birlikte, “eşrefi mahlukat” olan yani yaratılmışların en şereflisi olan ademin/insanın her an süren imtihanı başlamış oldu.
8.  İnsan artık, ya doğru yolda yürüyüp “kamil insan” olacak ya da doğru yoldan ayrılıp “esfeli safilin” yani sefillerin en sefili olacaktır.
9.  Ve böylece yeryüzüne düşen insanın yani dedemiz Adem’in davası, düştüğü yerden tekrar sılaya dönme mücadelesi, asıl yurduna yücelişi başlamış oldu.
10. İşte bu düşüşten sonra insanın kendi içinde derinleşerek arınması ve kendi dışında açılarak yücelmesine “Yüceliş davası” diyoruz. Yüceliş; insanın kendine dönmesi, kendine yolculuk yapması, arınarak yücelmesi kısaca “adam olma” çabasıdır.
11. Her biri kendi içinde yücelişi yaşayan ve yüceliş yolculuğuna çıkan insanların oluşturduğu topluluğa da “Yüceliş toplumu” diyoruz.
12. Söz konusu yüceliş bilincini taşıyan ruha ise  “Yüceliş ruhu” diyoruz.
Bir anlamda dedemiz Adem’in ikram edilmiş cenneti bir hata yüzünden kaybedişi, dünyaya düşüşü ve tekrar cennete dönüşü şeklinde özetleyebileceğimiz öykü tam da üzerinde durduğumuz bu Yüceliş davasının özüdür diyebiliriz.
Bu öykü Adem’in şahsında aslında insanoğlunun bir öyküsüdür. İnsanoğlunun bu öyküsünde Adem ile Havva isyan etmemiş sadece kendilerine verilen uyarı dinlemeyip acele ederek bir hata yapmışlardır. Dolayısıyla kendi çabalarıyla girmedikleri cenneti kaybetmiş ve dünyaya düşmüşlerdir. Tekrar oraya dönmek ve onu yeniden kazanmak için artık çalışmak ve çabalamak durumunda kalmışlardır. Kaldı ki, yüksek emekle kazanılacak olan cennet yitirilen cennetten çok daha farklı ve anlamlı olacaktır.

Yüceliş Felsefesinin Özü
İnsanın niçin var olduğunun, nereden gelip nereye gideceğinin ve hayatın anlamının cevap bulduğu “Yüceliş Felsefesi”, Yüceliş fikriyatının özünü oluşturmaktadır. Bu felsefe insanın genel ahvali ve gidişatı açısından hayatı ve insan serüvenini bir bütünlük ve süreklilik içinde ele alır.
Yüceliş, yükselişin üstünden ve ötesinde anlamlar taşır.  Zira yükselme bir şeye nispetle yukarı olma halidir ve karşıdakini aşağı görür. Oysa yüceliş öncelikle öz niteliklerini artırmak, kendini güçlendirip tahkim etmek, içsel arınmayla yani kendi iç yapısıyla yukarılara çıkmadır. Yüceliş gücünü ve enerjisini, “ben ve öteki”, “biz ve onlar” anlayışından uzak bizatihi kendi ontolojisinden, içsel ve dışsal tekamülünden alır.
Yüceliş, bir yönüyle secdede olmak, toprak olmak, mütevazi olmak, diğer bir yönüyle sadece Allah’a bağlı olmanın verdiği coşkuyla engin vakar sahibi olmaktır. Her tür engeli aşıp içte derinleşerek, olarak, oluşarak, olgunlaşarak enginleşmek, dışta vererek ve ihsan ederek yıldızlaşmaktır. Yüceliş bir arınış hali, bir arınma yolculuğudur. Başka bir ifadeyle, yüceliş bir yönüyle tam bir çağdaş tasavvuf demektir.
Geldiğimiz bu noktada hayatın tezahürü olan geçmiş, şimdi ve gelecek ışığında daha anlaşılır olması amacıyla Yüceliş Felsefesini oluşturan üç temel üzerinde durmamız gerekmektedir.
1. İnsanca Varoluş
İnsan için Varoluş, esasında yaratılış ile başlayan, bugünle devam eden ve gelecekte de sonsuza dek devam edecek olan “Kalu bela”da başlayıp ahirete uzanacak bir süreçtir. Nereden geldiğimizin ve nereye gideceğimizin ilk işaretidir.
Adem yani insanoğlu cennette var olmuş, orada yaşamış ve bir hatası sonucu dünyaya düşmüştür. Başka bir deyişle cenneti yeniden kazanmak için, imtihan için dünyada yeniden doğmuştur.
2. Yürüyüş
Yürüyüş, cennetten dünyaya düşüşle başlayan, dünyadaki doğuşumuz ve yaşayışımız ile devam eden ve bugün de bir umut olarak var olup yaşayan bir süreçtir. Yürüyüş yani hareketleniş her zaman ve her koşulda taze ve diri olan umudun çağrısıdır.
Yürüyüş bir anlamda insanın yeryüzünün halifesi olarak yaratılması ile dünyayı imar ve ıslah düşüncesinin ve çabasının ete kemiğe bürünmesi, yaşamda karşılık bulmasıdır.
3. Yüceliş
Yüceliş, insanlığın temelleri insanca varoluş üzerine oturan, insanlığın hareketlenişi yürüyüşle canlanan ve yenilenen tarihsel yolculuğun bugüne tekabül eden sürecidir. Bir anlamda varoluşa yaslanarak harekete geçilmesi ve hareket üzerinden hayatın tekamülüdür. İnsanı kamil yolculuğudur. Hayatın anlamı ve geleceğidir.
“Nefse ve onu düzenleyene, sonra da ona, hem kötülüğü hem de takvayı ilham edene yemin olsun ki, onu arıtan, gerçekten felaha ermiştir. Ve onu örtüp kirleten ise muhakkak ziyana uğramıştır,” (Şems, 91/7-10) şiarı uyarınca insanın arınma yaşayarak gelişim yolculuğuna çıkması, tekamül yaşamasıdır.
Felsefi temellerini “insanca varoluş, yürüyüş ve yüceliş” ekseninde kuran ve güçlü, derin dayanaklara sahip olan “Yüceliş”  fikriyatının kendini geliştirerek, arınarak, ahlaki temelde olgunlaşarak hayat bulması tüm insanların yegane umudu olmasına imkan sağlayacaktır.
Sözünü ettiğimiz bu üç temel felsefi düşünüş üzerinde yükselecek olan “Yüceliş” fikri birey, toplum ve tüm kainat olmak üzere üç ayrı boyutuyla yaşanacak bir süreci de müjdelemektedir.
Bunlar:
Ø  Bireyin kendi içyapısı ve iç bütünlüğüyle büyük bir şahsiyet kazanarak arınması, iç yükselme yaşaması, ahlaki olgunlaşması, ihsan ve erdemle buluşup yücelmesidir.
Ø  Toplumun kendi içyapısıyla kendini bulması, bir toplumsal bütünlük içinde hak ve adaletin, birlik ve eşitliğin hayat bulması, toplumun bu temel değerleri yaşayarak ilerlemesi ve yücelmesidir.
Ø  Tüm insanlığın ve kainatın kendi içyapısıyla ve iç bütünlüğüyle harekete geçmesi, Allah’a yönelmesi ve yücelmesidir.

Geçmişten Bugüne, Bugünden Yarına “Yüceliş”
Şimdiye kadar yazdıklarımızdan da anlaşılacağı üzere “Yüceliş” hep ileriye, geleceğe, yarınlara yani cennete doğru yönelmiş bir yolculuk fikrini temel almaktadır.
Evet, bu dünyada aradığımız ideal, geçmişte yaşanmış olabilir. Ancak biz, asıl ideal ileride, yukarıda yani cennettedir diyoruz. Bunu derken de Yüceliş kavramını sadece cennete yönelmek olarak değil, bu dünyayı da kapsayacak, onu yaşanılır kılacak ve nihai hedef olarak cenneti gözetecek bir “arınma yolculuğu” olarak görüyoruz. Bu noktada rahatlıkla insanın, toplumun ve insanlığın yücelişi üzerinden cennete yöneliş, cennete yüceliş kaçınılmaz bir süreçtir diyoruz.
İçinde bulunduğumuz bu vahşi ve gayri insani çağda ideal dönemi geçmişte, tarihte görmek bir dereceye kadar anlaşılabilir bir durumdur. Ancak geçmişte yaşanmaz, yaşanamaz. Geçmiş bugünü anlamak ve kavramak, geleceği inşa etmek ve yüceliş için bir derstir, bir imkandır, daha doğrusu bir zorunluluktur.
Evet, biz biliyoruz ki geleneksel düşüncede ilerlemeci ve gelişmeci anlayışlara karşı belli mesafeler hep olagelmiştir. Hatta gelişimi ileriye doğru değil aksine dairesel, döngüsel gören anlayışlar da olmuştur. Ancak geçmişten bugüne bugünden yarına yolculukta yeni zihnin ve yeni felsefenin vakti gelmiştir.
Doğrusu, insanlığın fıtratı arayışına karşı gelecek bir çağdaş düşünce sistemi ancak ve ancak arınmayla insanın yücelişi, ihsanla toplumun yücelişi ve erdemle insanlığın yücelişi üzerinden oluşturulabilir ve geliştirilebilir.

Ne Yapmalı?
Buraya kadar sözünü ettiğimiz “Yüceliş” kavramsallaştırmasından sonra içinde bulunduğumuz yani yaşadığımız hayata döndüğümüzde cevaplanması gereken esaslı bir soru önümüzde bekliyor:
Sözü edilen Adem’in yani İnsan’ın Yüceliş öyküsünde bugünün insanı olarak bizler Yüceliş yolculuğuna nereden katılacağız, Yüceliş için ne yapacağız?
İnsanı yaratan Allah, ona iki ayrı istikamet sunmuştur. Bunlar iyiye/hayra ve kötülüğe/şerre yönelten yollardır. Bu açıdan değerlendirildiğinde insan ne saf iyidir, ne de saf kötüdür. İnsan iyiliği seçip onu besler ve büyütürse insanı kamil olur ve yücelir, kötülüğü seçip ona yönelirse hüsranı yaşar ve aşağılara iner.
Bu noktada iyiliği seçmenin, ilk ateşlemeyi yapmanın yolu ahlaki temelde bir şey beklemeden vermek, ihsan ederek iyilik yapmak ve bunu yaygınlaştırmaktır. İhsanla, ahlakla ve erdemle olgunlaşarak gelişen insan, iyiliğin önünü açmakla kalmaz, aynı zamanda insanlığın dirilişine de katkı sağlamış olur. Böylece ihsan, ahlak ve erdem gibi temel insani değerler yaygınlaşıp hayat bulur, tüm insanları kuşatıp toplumsallaşır. İşte insanlığın yeniden ihyası, inşası ve imarı ancak böyle bir süreçle gerçekleşebilir.
Derin ve ufki olarak düşünüldüğünde hayat dediğimiz şey aslında ihsan üzerinden gelişen bir yüceliş yolculuğu, bir yüceliş hareketidir. Bu yolculukta bir yandan yüceliş yaşanırken diğer yandan da gönül tevazu ile alçalır.
Geldiğimiz noktada başta ihsan olmak üzere ahlak, erdem ve tevazu Yüceliş yolculuğundaki insanın en temel değerleri ve atacağı ilk adımların referansları olmalıdır.

Yarına Yöneliş İlahi Bir Yasadır
Şimdiye kadar özet olarak çerçevesini çizmeye çalıştığımız “Yüceliş” için yarına yöneliş ilahi bir yasadır diyebiliriz. O yüzden yarına yönelmenin, ilerlemenin yani yücelmenin vakti gelmiştir. İnşallah bu Yüceliş fikri, hakikat ve geleneğin rehberliğinde, ustaların izinde genişler, olgunlaşır, ete kemiğe bürünür; kısaca hayat bulur.
Bu topraklardaki meselesi olan insanların yıllardan beri üzerinde yoğunlaştığı, hakikat ustası öncülerin bugünlere taşıdığı bu bayrağı almak ve onların izlerini sürerek genişletmek, ilerletmek ve bu çerçevede takatimiz oranında çalışmak boynumuzun borcudur. Bu mücadele herkesin kendi takati ve şuuru oranında sorumlu olduğu bir mücadeledir. Artık hep beraber yola çıkmalı, işleri birlikte ve beraberce düşünerek, tartışarak yapmalı ve bir söz, bir fikir oluşturmalı ve buradan kalkarak hareket etmelidir.
Mücadelemizin ufku, insanlığın ve dünyanın yeniden kurulumunu esas almalıdır. İnsanlığın içinde bulunduğu kuşatmayı yarmanın ve “başka bir yolun mümkün olduğu”nu göstermenin zamanı gelmiştir.
Bu açıdan biz diyoruz ki, yeni bir yaratıcı fikir, ana fikir, çatı fikir oluşturmanın ve altını doldurmanın zamanı gelmiştir. Ve bu çerçevede bir “söz” oluşturmak ve yine buradan hareketle bir “mücadele zemini” kurmak önümüzde duran acil ve önemli bir görevdir ve Yüceliş Fikri buna imkan sağlayabilir.
İnsanların bir, eşit ve kardeş olduğu, Allah ve hukuk önünde herkesin eşit olduğu, farkın ancak vermek, iyilik yapmak ve ihsanda bulunmak üzerinden oluşabileceği bir yolculukta, insanın çabası, azmi, emeği, fedakarlığı, iyiliği ve ihsanı oranında hayata ve kainata katıldığı hareket Yüceliş hareketidir.
Geniş ve derin anlamda ele alındığında “yaratılış üzere olmak” olan ve kökeni “halak” yani yaratmak olan “hulk” kavramı, doğal olarak “ahlak” kelimesi bizi kuşatan ve sarmalayan bir çerçeve ve hareket metodu çizmektedir. İşte ahlaki temelde var oluşumuzu sürdürmek, Yüceliş’tir.
Ahlakı ve hukuku temel alıp, onun üzerinden her şeyin (siyasal, ekonomik, toplumsal vb.) inşa edildiği toplum “Yüceliş Toplumu”dur.
İnsanın kaynağa ve tüketiciye, toplumun sürüye, dünyanın mülke ve mala döndüğü/dönüştürüldüğü bu zamanda insanlık için yegane umut Yüceliş hareketidir.
İnsanın vererek, ihsan ederek, kulluk yaparak, arınarak yüceldiği, yüceliş yaşadığı, toplumların ve tüm insanlığın bu harekete içten ve gönülden dahil olduğu, bu mübarek yolculuğa iştirak ettiği hareket Yüceliş hareketidir.