“Onlar
bir ümmetti gelip geçti. Onların kazandıkları kendilerine, sizin
kazandıklarınız da sizedir. Ve siz onların yapmış olduklarından sorulmazsınız.”
(Bakara, 2/141).
“İçinizden
hayra çağıran, iyiliği emredip kötülükten alıkoyan bir topluluk bulunsun. İşte
onlar, kurtuluşa erenlerdir.” (Ali İmran, 3/104).
“…Ve
Allah; emrinde galiptir. Fakat insanların çoğu bilmezler.” (Yusuf, 12/21).
Tarihi
ve sosyolojik olarak yeni bir toplumsal hareket oluşturacaksak, öncelikle İslam
dünyasının son asrındaki İslam düşünce akımlarını ele almakta fayda var. Ancak
konuya tam olarak girmeden önce şunu belirtmek gerekir. Tarihi ve sosyolojik
olarak Türkiye önemli bir yere sahiptir. Bunun asıl nedeni onun Osmanlı’nın
bakiyesi olması, bağımsızlığını bir şekilde koruyarak sömürge olmaması ve
aydınının da bunun etkisiyle nispeten daha bağımsız bir zihne sahip olmasıdır.
Tabii ki, bu durumu üstünlük (başlık, abilik, reislik vb.) taslamak için değil
aksine daha fazla sorumluluk ve daha çok çalışmak için vazife olarak görmek
gerekir. Bu açıdan Türkiye’nin düşünce tarihini biraz daha yakından incelemekte
yarar var.
Fetret
dönemi toplumlarının kendine has bir sosyolojik yapıları olduğu açıktır. Bu tür
toplumlarda krizden çıkmak için bir takım siyasal, ekonomik ve toplumsal
arayışlar gündeme gelir. Bu arayışlar genelde iki ana eksende gelişir. Geçiş
dönemi toplumlarının bu halini Türkiye üzerinden okuyacak olursak durum çok da
farklı değildir.
Bu
iki ana eksenin buradaki kavramsal karşılığına, her ne kadar durumu tam olarak
izah etmese de, Batıcılık ve Doğuculuk (Muhafazakarlık) diyebiliriz.
Batıcılık
Yabancıya
özenme akımı olarak doğan Batıcılık mevcut durumdan kurtulmanın yolu olarak Batıyı
ve Batılı değerleri görür ve ona öykünür. Doğal olarak da toplumun tarihini,
kültürünü, geleneklerini yok sayar; hatta engel olarak, ayak bağı olarak görür.
Böylelikle topluma ait değerler terk edilir ve yabancı değerlerle buluşulmaya
çalışılır. Bu akım Osmanlı’nın son döneminde Batıda o anda baskın olan Fransız
devriminin etkisiyle Fransa üzerinden gelmiş ve bizi etkilemiştir. Öyle ki,
devlet adamları ve aydınlar Fransa’da okumak, orada yaşamak için çabalamış ve adeta
yarışa girmiştir. Ayrıca devletin resmi okullarında Fransızca zorunlu ders
olarak okutulmuştur. Batılılaşma diyebileceğimiz bu akımın öncülerinin örnek
aldıkları ve peşinden koştukları bugün bile Batıya rağmen Batıdır (liberal,
kapitalist, sosyalist vb.).
Aslında
bu durum tam bir yabancılaşmadır. Hem insanın kendine yabancılaşması hem de
toplumun kendine yabancılaşması. Yabancıya özenmenin nihai sonucu yozlaşma, başkalaşma
ve yok oluş olduğu gibi, Batıcılığın sonu da intihardır.
Doğuculuk (Muhafazakarlık)
Tarihe
sığınma akımı olarak doğan Doğuculuk (Muhafazakarlık) mevcut durumdan
kurtulmanın yolu olarak tarihi ve tarihteki kahramanları görür ve ona öykünür. Diğer
ana akıma göre daha yerli ve millidir. Tarihten ve tarihi kahramanlardan güç
almak yerine adeta onları yaşatmaya çalışır. Bu akım krizden çıkma mücadelesi
vermesi gerekirken savunmacı bir dil ve üslupla kendini ve tarihini kutsayıp yaşatmaya
gayret eder.
Tarihe
sığınma da değişik bir yabancılaşmadır. Bu durum, bir bakıma zamana ve bugüne
yabancılaşma, bugünden kaçmadır. Oysa tarihin ve toplumsal olayların bir kanunu
vardır. Onu anlamazsak o kanun bizi çarpar.
Son iki asırdır İslam dünyasının
yöneticileri yönünü Batıya çevirmiş, kendi olmaktan, kendi değerleri üzerinden
varoluşunu sürdürmekten vaz geçmiştir. Aydınların Batılılaşma macerası Nizamı
Cedid, Tanzimat, Meşrutiyet, Cumhuriyet süreçleri ile birlikte bugüne kadar devam
etmiştir. Bu çerçevede geliştirilen bütün reform ve yenilik hareketleri bizi
Batılı yapmamış, ancak bazı Batılı değerleri bünyemize taşımıştır.
Düşünce Dalgaları
Son iki yüzyıldır, İslam aleminin yaşadığı
sıkıntı ve bunalımlar sonucu düşünce ekollerinde duraklamalar ve gerilemeler oldu.
Batı karşısında kendine ve değerlerine olan inançlarını, güvenlerini kaybeden
Müslümanlar, büyük bir psikolojik yenilgi yaşadılar.
Yaşanan bu süreçle birlikte maalesef
sığlık ve taraftarlık çoğaldı, fikriyat ve düşünce irtifa kaybetti. Büyük
fikirler, büyük düşünceler, büyük iddialar kayboldu. İktidar ve sermaye etkisiyle
yozlaşma, ikbale koşma ve dünyevileşme arttı. İnsanlar niçin var olduklarını ve
nereye gideceklerini adeta unuttu.
Oysa Müslümanların psikolojik
özgüvenlerini yeniden kazanıp bir ihya ve tecdit sürecine girmeleri gerekirdi. Maalesef
bunu tam olarak başaramadılar. Bütün bu olumsuz gidişatın ve gelişmelerin
yanında tabii ki özgüven sahibi ve onurlu duruşlar zaman zaman gözlendi. Ancak
bunlar doğal olarak yetersizdi ve yeniden ihya için ateşleme görevini ifa
etmekten de uzaktı. Oysa hem geleneğe yaslanıp ondan güç alan hem de günümüzü,
çağımızı anlayıp kavrayan ve geleceğe yönelen yeni düşüncelere, yeni fikirlere
ihtiyaç var.
Dünya ve insanlık
için meydan okuyan büyük anlatılara, büyük ve kurtarıcı fikirlere, umut ve
heyecan veren düşüncelere ihtiyaç var. O yüzden öncelikle yeni bir düşünce ve
fikriyat ekolü oluşturmak gerekir. Oluşacak olan bu ekol kendi içinde bir
geleneğe yaslanmalı ve o gelenek üzerinden bugüne taşınmalı ve yenilenmelidir.
Düşünce ve fikriyat ekolünü oluşturma
konusunda bazı ustalar yolumuzu aydınlatıyor. Bu ustalar; kurtuluş kavgası
veren Mehmet Akif, varoluş ve referans kavgası veren Necip Fazıl ve medeniyet
kavgası veren Sezai Karakoç’tur.
İslam dünyasının
genel düşünce çizgisini Osmanlı ve Türkiye üzerinden okuyacak olursak yaklaşık
tablo şudur. İslamcı düşünce bugüne kadar tarihi ve sosyolojik olarak üç dalgadan
oluşmaktadır: 1. Kurtuluş, 2. Varoluş, 3. Diriliş.
Bu üç düşünce
dalgasını ayrı ayrı analiz etmek gerekir.
I.
Birinci Düşünce
Dalgası: Kurtuluş
Birinci düşünce
dalgası olan Kurtuluş, Osmanlı devletinin son döneminde ortaya çıkan, o
koşullarda kurtuluş/yok oluş kavgasının verildiği ölüm kalım savaşından doğan
bir dalgadır. Osmanlı devleti nasıl kurtulur düşüncesi bu dalgada önemli ve
baskın bir rol oynamıştır. Özellikle hikmet ve sıratı müstakim arayışları bu
sürecin temel taşlarıdır. Büyük bir kurtuluş ve varoluş/yok oluş kavgası veren
birinci düşünce dalgasının aydınları cumhuriyetin kuruluşunu ve son yüzyılı
derinden etkilemişlerdir.
Bu düşünce dalgası
nispeten Batının etkisinde kalmış ve bazı konularda onun örnek alınması
gerektiğini ileri sürmüştür. Batının gelişmişliği, tekniği vb. özellikleri bu
düşünce dalgasını etkilemiştir. Bu dalgada Batının maddi medeniyetini takdir ve
örnek alma, manevi medeniyetini ise eleştirme ve örnek almama göze çarpar. Ancak
o dönemin şartları düşünülürse bunu mazur görmek yerinde olur. Zira tarihi ve
sosyolojik olarak girilen süreçte oluşan iki ana akımdan biri olan ve devletin
desteğiyle genel olarak daha baskın gözüken Batılılaşma akımının bu dalgaya etkisi
yüksektir. Üstelik o günlerde Batının gerçek yüzü (ötekini insan görmeme, çifte
standartlı tutum alma, insani değerleri istismar etme, ırkçı, dinci ve
sömürgeci davranma vb.) bugünkü kadar açık ve net olarak ortaya çıkmamıştı. O
yüzden bu durumu anlayışla karşılamak gerekir.
Bu kurtuluş/yok oluş
kavgasında Mehmet Akif başat rol oynamıştır. Mehmet Akif’in yanında Filibeli
Ahmet Hilmi, Said Halim Paşa vb. aydınlar birinci düşünce dalgasının ileri
gelenleri olup, fikriyatın gelişmesine büyük katkı sağlamışlardır.
II.
İkinci Düşünce
Dalgası: Varoluş
İkinci düşünce
dalgası olan Varoluş, tam anlamıyla bir varoluş kavgası olup aynı zamanda bir
inşa sürecinde verilen mücadeledir. Bu mücadelede arka planda, “Referans
İslam’dır,” anlayışı egemendir. Büyük bir dejenerasyon ve kendini inkar
üzerinden gelişen Batıya yönelmeye ve yabancılaşmaya karşı verilen “Büyük Doğu”
kavgası tam da budur. Bir açıdan bu dalga cumhuriyetin inşa sürecinde Batılı
değerlerin hakim kılınması çabası ve onun oluşturduğu tartışmalar (kapitalizm,
sosyalizm, liberalizm, komünizm, laiklik, kemalizm vb.) karşısında “Bu da var,
çare İslam’dır,” diye haykıran bir meydan okumadır.
Bu düşünce
dalgasının başını çeken Necip Fazıl’ın yanında Nurettin Topçu, Said Nursi vb.
aydınlar ile bazı hocalar da fikriyatın gelişmesine büyük katkı sağlamışlardır.
Özellikle de Nurettin Topçu’nun yerlilik, millilik ve Anadoluculuk kavgası ile Said
Nursi’nin Batıcılığa ve pozitivist anlayışlara karşı verdiği iman kurtarma
mücadelesini unutmamak gerekir.
III.
Üçüncü Düşünce
Dalgası: Diriliş
Üçüncü düşünce
dalgası olan Diriliş, tam bir yeniden doğuş kavgasıdır. Bu dalga ile ötelere
ait olan diriliş adeta bu dünyaya taşınmış ve bu dünyada da diriliş olabilir,
İslam da insanlık da, medeniyet de yeniden dirilebilir denilerek umut tazelenmiş
ve “diriliş davası”nın temelleri atılmıştır.
Diriliş dalgası, kurtuluş
ve varoluş dalgalarını daha ileri taşımış, sistemleştirmiş, bütünleştirmiş ve
medeniyet boyutuna getirmiştir. Batıya, doğuya, kuzeye ve tüm dünyaya karşı
sistem bütünlüğü içinde bir çözüm geliştirmiştir. Bu düşüncede yeniden
kurtuluşun, yeniden dirilişin mümkün olacağı fikri baskın olmuş ve umutlar
yenilenmiştir.
Bu düşünce
dalgasının mimarı olan Sezai Karakoç bu fikriyatı birer birer örmüştür. Bu
dalganın isimlendirmesinde ve etkisinde Sezai Karakoç doğal olarak temel aktör
olmuştur. Bu ustanın etrafında yetişen veya ondan etkilenen Nuri Pakdil, Rasim
Özdenören vb. aydınlar hem Diriliş dalgasından etkilenmişler hem de bir şekilde
onu etkilemişlerdir.
Yeni Düşünce Dalgası İhtiyacı
Bütün bu düşünce dalgalarının
ilişkileri sürekli birbirini etkileyen, besleyen, geliştiren ve ileriye taşıyan
biçimde gelişmiştir. Söz konusu düşünce dalgaları birbirinin devamı,
tamamlayıcısı ve aynı zamanda haber vericisidir. Bu bir bakıma “Yarına yöneliş
ve yenilenme ilahi bir yasadır,” gerçekliğinin tezahürüdür.
Geleneği diğer bir
deyişle öz ve temel değeri koruyarak yaratıcı bir zihinle yenilikçi ve
keşfedici bir çabayla fikriyatın yeniden üretilmesi tarihsel olarak bir
zorunluluktur. Bu vazife takatimiz oranında hepimizi bağlayan bir
sorumluluktur.
Evet, gerçek anlamda
köklerini, özünü ve temel değerlerini koruyan devrimci bir harekete ihtiyaç
vardır. Biz buna geleneğin özünden ve kökünden beslenip neşet ettiği ve büyük
bir dönüşüm hedeflediği için “Gelenekli Devrimcilik” diyoruz. Bu gerçeklerin
ışığında yeni bir düşünce dalgası kaçınılmaz görünmektedir. İşin açıkçası, bu
ustaların öncülüğünde geliştirilen bu üç düşünce dalgası üzerine bina edilmiş,
onlardan izler taşıyan ancak kendisi olan yeni bir düşünce dalgası gelmektedir.
Biz buna dördüncü düşünce dalgası diyoruz.
IV.
Dördüncü Düşünce
Dalgası: Yüceliş
Yüceliş felsefesinin
özü geniş ve derin anlamda üç temel üzerine oturur: Bunlar insanca varoluş,
yürüyüş ve yüceliştir. Ancak dar ve basit anlamda konuyu ele alacak olursak söz
konusu üç düşünce dalgası olan kurtuluş, varoluş ve diriliş dalgalarından sonra
oluşan yüceliş dalgası yeni düşünce dalgası olarak kapıya dayanmıştır.
“Yüceliş
felsefesi” üzerine bina edilmiş bu dördüncü düşünce dalgasına özünü ve sürecini
ifade açısından “Yüceliş dalgası” diyoruz. Geçmişteki düşünce dalgalarının
zirvesi, bundan sonrakilerin de kaynağı olan Diriliş düşünce dalgasından neşet
etmiş olan Yüceliş, henüz fark edilmemiş ve isimleşmemiş bir dalgadır. Ancak bu
dalga şimdiden birçok işaret vermektedir.
Dördüncü düşünce
dalgası olan Yüceliş, geleneğin özünü koruyacak ve onu bugüne taşıyacaktır. Öncekiler
gibi bir kişinin mahareti ile değil (çünkü böyle bir kişi yoktur) bir topluluğun,
bir kadronun çabası ile kendini hissettirecektir. Dördüncü düşünce dalgası, bu
üç düşünce dalgasının izini süren ve o ustaların fikriyat geleneğinden gelen Müslüman
aydın bir kadro tarafından oluşturulacak, geliştirilecek ve yaygınlaştırılacaktır.
Bu düşünce dalgası İslam alemini olduğu gibi batıyı, doğuyu, kuzeyi ve güneyi daha
iyi ve daha yakından tanıyacaktır. Kendini daha özgün kılacak ve daha kendisi yapacaktır.
Bugüne kadar söz
konusu düşünce dalgalarının İslam Birliği tanımında baskın karakter düşünce
birliği olmuştur. Öyle ki, zaman zaman düşünce birliğini sağlamak için
mezheplerin birleştirilip tek bir mezhebe dönüştürülmesi gibi tartışmalar dahi yapılmıştır.
Oysa dördüncü düşünce dalgası farklı düşünceleri bağrında taşıyan, herkesin ve
her eğilimin kendisi olarak var olup yer aldığı “birliktelik” anlayışı üzerine
kurulu bir “birliği” esas alacaktır.
Dördüncü düşünce
dalgası, yeni yapılanmanın temellerini atacak, materyalizmin kıskacına sıkışmış
insanlık ve dünya için umut tazeleyecek, imkan kapılarını aralayacak ve
yaratıcı bir atmosfer oluşturacaktır.
Dördüncü Düşünce Dalgasının Temel Özellikleri:
Ø
Birlik,
bütünlük ve süreklilik içeren bir fikriyat olmak,
Ø
Bir
topluluk tarafından oluşturulmak,
Ø
Tarihi
ve sosyolojik esaslara dayanmak,
Ø
Geleneğin
özünü koruyup ona yeni bir halka ilave etmek,
Ø
Daha
özgün ve daha kendi olmak,
Ø
Birlik
anlayışıyla herkesi ve her eğilimi kuşatmak,
Ø
Bugünkü
insana dokunup onu harekete geçirmek,
Ø
Yaygın
bir toplumsal harekete baz teşkil etmek,
Ø
İslam
alemini birleştirecek ve enerjisini açığa çıkaracak bir birlik şuurunu
tetiklemek,
Ø
Batının
vicdanını ve fıtratını tetikleyecek bir insanlık dil ve üslubunu kullanmak,
Ø
İnsanca
varoluşun temelleri olan ahlak, ihsan ve erdem değerlerinin hayat bulmasına ve
insanlığı kuşatmasına zemin hazırlamak,
Ø
Gelecek,
insanlık ve dünya için yeni bir umut, heyecan ve iklim oluşturmaktır.
İnsanlığın ve
dünyanın yeniden kuruluşu yolunda kurtuluş kavgası veren Mehmet Akif, varoluş/referans
kavgası veren Necip Fazıl ve medeniyet kavgası veren Sezai Karakoç’un
temellendirdiği ve bu günlere taşıdığı düşünce dalgalarını güncelleyip yeniden
oluşturmanın ve yeniden yapılandırmanın ve dördüncü düşünce dalgası olan
Yüceliş’e evirmenin zamanı gelmiştir.
Evet, dördüncü
düşünce dalgası üzerinden neşet etmiş, yeni bir zihinle yeniden tasarlanmış
yeni ve özgün bir kurtuluş hareketi oluşturmanın vakti gelmiştir.
Evet, devrimci bir
“kurtuluş hareketi” ihya, inşa ve imar etmenin vakti gelip de geçmektedir.
Evet, Yüceliş’in
vakti gelmiştir.
Evet, kurtuluş,
varoluş ve diriliş düşünce dalgaları üzerine bina edilmiş “Yüceliş” doğmuştur.