27 Ekim 2017 Cuma

İNSANLIĞIN YÜCELİŞİ

“De ki: Ey Ehli Kitab; hepiniz, sizinle bizim aramızda eşit olan bir kelimeye gelin: Allah’tan başkasına kulluk etmeyelim. O’na hiçbir şeyi eş koşmayalım. Ve Allah’ı bırakıp da kimimiz, kimimizi Rab edinmesin. Eğer yüz çevirirlerse; o vakit şahid olun ki biz, Müslümanız, deyin.” (Ali İmran, 3/64).
“De ki: Ey Ehli Kitab; dininizde haksız yere haddi aşmayın, daha önce hem kendi sapmış hem de birçoğunu saptırmış ve doğru yoldan (sevaes sebilden) ayrılmış bir kavmin heveslerine uymayın.” (Maide, 5/77).
“Ey insanlar; doğrusu Biz, sizi bir erkekle bir dişiden yarattık. Ve birbirinizle tanışasınız diye sizi milletlere ve kabilelere ayırdık. Gerçekten Allah katında en değerliniz; O’ndan en çok korkanınızdır. Şüphesiz ki Allah; Alim’dir, Habir’dir.” (Hucurat, 49/13).
İnsanlığın yücelişi; İnsanın ve toplumun yücelişi ile başlayan yolculuğun tüm insanların da katılımıyla evrenselleşme boyutuna taşınmasıdır. Bir bakıma her insanın, her toplumun kendini arıtarak yücelişi yaşaması, eminlik atmosferini yayması ve bunu insanlığa sirayet ettirmesidir. Yücelişin evrenselleşmesi, kainat boyutuna taşınmasıdır. Yücelişin tüm insanları ve toplumları kuşatacak ve kucaklayacak boyuta gelmesi ve hatta tüm canlıları ve kainatı etkilemesidir. Bir açıdan yüceliş yolculuklarının, kamil olma, kemale erme mücadelesinin insanlığı ve evreni kuşatması ve onu harekete geçirmesidir.
İnsanlığın yücelişinde en belirleyici nokta, “erdem” ile yani hiçbir çıkar beklemeden iyi ve faydalı işler yapılarak insanlığın tetiklenmesidir. Böylelikle cemiyeti kamil yolculuğuna dönen insanı kamil yolculuğu daha da gelişerek “beşeriyeti kamil” yolculuğuna dönüşmüş olur. İnsanlığın yücelişi bir açıdan insanlık bayrağının göndere çekilmesi, eminliğin yaygınlaşarak zirve yapması, hak ve adaletin bütün dünyayı kuşatması, hakikatin evrende kol gezmesidir. Temel insan hak ve hürriyetlerinin hiçbir ayırım yapılmaksızın tam ve eksiksiz olarak insanlıkta karşılık bulması, kısaca insanlığın doruklaşmasıdır.
Aslında insanlığın yücelişi, arınarak yücelen insanın ihsan ile toplumun yücelmesine vesile olması, insanların ve toplumların erdem ve dayanışma ile insanlığın yücelmesine destek olmasıdır. Bir bakıma insanların, toplumların ve tüm insanlığın yüceliş yolculuğuna çıkması, bizatihi onu yaşamasıdır. Yücelişin tüm boyutlarıyla hayat bulmasıdır.
İnsanlığın yücelişi, eminlik sürecinin hız kazanması, tüm insanlığı kuşatması, insanlığın yegane umudu olan güven ve itimat alanlarının çoğalması ve yaygınlaşmasıdır. Barış hukukunun evrenselleşmesi ve tüm insanlığı kuşatmasıdır. “Sizin ilahınız bir tek ilahtır. O’ndan başka hiçbir ilah yoktur. Rahman’dır, Rahim’dir,” (Bakara, 2/163) ayetinde belirtildiği gibi, O’ndan başka ilah olmayan, Rahman ve Rahim olan Allah’ın izzet ve kudreti altındaki tüm insanların eşit ve ortak kelime olan tevhidin, birliğin, barış ve adaletin kabul edilmesi ve yaşanmasıdır. Yeryüzünün her yerinde insanlık bayrağının dalgalanması, insanlığın kendine gelmesi, kendini kazanmasıdır.
Aslında insanlığın yüceliş; insanı kamil yolculuğunun gelişerek ve yayılarak cemiyeti kamil yolculuğuna dönüşmesi, bunun da olgunlaşarak ve yaygınlaşarak beşeriyeti kamil yolculuğuna evrilmesidir. Tüm insanları, toplumları, insanlığı, dünyayı ve evreni kuşatmasıdır. Böylece insanlığın ve dünyanın gidişatına müdahale edecek, insanca ve hakça bir evrenin kuruluşuna katkı sağlayacak bir atmosferin oluşmasına zemin hazırlayacaktır. Bu gerçekte insanın ve insan sesinin yeniden neşvü nema bulmasıdır.
İnsanlığın yüceliş; insanlığın kendine gelmesi, kendini kazanması ve bunu bütün kainata sirayet ettirmesidir.

TOPLUMUN YÜCELİŞİ

“Onlar bir ümmetti gelip geçti. Onların kazandıkları kendilerine, sizin kazandıklarınız da sizedir. Ve siz onların yapmış olduklarından sorulmazsınız.” (Bakara, 2/141).
“İçinizden hayra çağıran, iyiliği emredip kötülükten alıkoyan bir topluluk bulunsun. İşte onlar, kurtuluşa erenlerdir.” (Ali İmran, 3/104).
“Şüphesiz ki, bir kavim kendini değiştirmedikçe, Allah da onları değiştirmez.” (Rad, 13/11).
Toplumun yücelişi; İnsanın yücelişi ile başlayan yolculuğun diğer insanların da katılımıyla sosyalleşme boyutuna taşınmasıdır. Bir bakıma her bir insanın kendini arıtarak yücelişi yaşaması, eminlik atmosferini yayması ve bunu topluma sirayet ettirmesidir. Yücelişin tüm boyutlarıyla toplumsallaşmasıdır.
Toplumu en yakından başlayarak topluluk, toplum, ümmet ve millet olarak da görmek mümkündür. Toplumun yücelişi bir bakıma ahlaki arınma ile yüceliş yolculuğuna çıkan insanın iyilik, doğruluk ve güzellik üzerinden diğer insanları ateşlemesi ve bu dört sosyal grubu harekete geçirmesidir.
Gerçek bir ahlak, insana her çeşit menfaat ve tutkulara karşı direnme, hatta isyan etme gücü verdiği gibi aynı zamanda etrafındaki diğer insanlara karşı bir sorumluluk hissi de vererek onu ihsan ve erdemle buluşturur. İhsan ve erdemle buluşan insan oluşturduğu iyilik, doğruluk ve güzellik atmosferi ile öncelikle en yakından başlayarak tüm sosyal kesimleri etkiler. Bu bir bakıma topluluk ve toplumun ateşlenmesi, oradan da onların bir üst ve kuşatıcısı olan milletin ateşlenmesi anlamına gelir. Böylece topluluk, toplum ve milletin birbiriyle etkileşim içine girmesi, birbirini besleyerek olgunlaştırması insanlık için umut kapılarının aralanmasını getirir. Böylece toplumun sağlıklı ve insani bir düzen içerisinde yaşamasının önü açılır.
Zira bir toplumda derin ahlak gerçekten yaşanılır olursa o toplumun tüm bireylerinde birbirlerine karşı uyarmalar ve yardım etmeler başlar. Bu durum da sürekli olarak devam ederek toplumun olgunlaşmasını ve gelişmesini sağlar. İşte bu hal toplumun yücelmesinin işaretidir. Burada asıl olan bir şey beklemeden ve bir şey istemeden sadece ve sadece derin ahlaktan kaynaklanan tutum ve davranışlar üzerinden bütün bunları yapmaktır. Başka bir ifadeyle bunu insanlığın taşıyıcısı bir varlık olarak, Müslüman olmanın bir gereği olarak yapmaktır.
Özünde fıtrat (yaratılış) dışılıklara karşı isyanı ve ayaklanmayı barındıran derin ahlak, insanı insan yaptığı gibi, insana her türlü zorluğa karşı dayanma, direnme ve ayaklanma gücü verir. İnsanı mücadeleci, umutlu yapar, kutlu yapar. İşte bu tür insanları çoğalması, bu tarz hareketlerin yaygınlaşması iyiliğin, doğruluğun ve güzelliğin toplumsallaşması, bir bakıma toplumun yücelmesidir. O yüzden aslında insan ahlaktır ve ahlak da fıtratın, hakikatin, adaletin ayaklanması ve topluma sirayet etmesidir.
Toplumun yücelişinde en temel nokta, “ihsan” ile yani en güzel işin en güzel davranışla yapılarak toplumun ateşlenip harekete geçirilmesidir. Böylelikle bireysel olarak yaşanan insanı kamil yolculuğu toplumsal olarak yaşanmaya başlar. Bir bakıma “cemiyeti kamil” yolculuğu başlamış olur. Toplumun yücelişi bir açıdan toplumda eminliğin doruğa çıkması, hak ve adaletin ete kemiğe bürünmesi, hakikatin hayat bulmasıdır. Temel insan hak ve hürriyetlerinin tam ve eksiksiz olarak toplumda karşılık bulması, herkesin kendinden, toplumdan ve geleceğinden emin olmasıdır.
Toplum, yücelişi yaşarken bir yandan içeride toplumsallaşmanın doruğuna yolculuk yapar, diğer yandan ise hakikatin bütün boyutlarıyla yaşandığı bir örneklik oluşturur. Böylece iç yapısını tahkim edip dışa yönelen toplum kendi bütünlüğünü de güçlendirmiş olur. Yücelen toplum aynı zamanda diğer toplumlara hal tebliği de yapmış olur. Bu durum insanların ve toplumların birbirlerine olan güven ve itimatlarının zirve yaptığı eminlik sürecinin olgunlaşması, yaygınlaşması ve toplumsallaşmasıdır. İnsanların topluma güvenmesi, ondan emin olması, toplumun da insanlara güvenmesi ve onlardan emin olmasıdır. Barış hukukunun toplumsallaşması, hayat bulmasıdır. Bu hal aynı zamanda tüm dünyada insanlığın karşılaştığı problemler karşısında sığınacak bir umut adasının oluşmasına da zemin hazırlar.
Toplum yücelişi yaşarken bir ölçüde insanların sosyalleşmesine de imkan verir. Böylece toplum ihsan, erdem ve dayanışma ile buluşur ve bunları ete kemiğe büründürür. Adalet ve eşitliğin sağlandığı, hür ve bağımsız şahsiyetlerden oluşan cemiyetin hayat bulduğu “Yüceliş Toplumu”nu ihya, inşa ve imar eder.
Toplumun yücelişi aynı zamanda toplumda çekişmenin, çatışmanın, çarpışmanın değil hayırda yarışmanın başlamasıdır. Böylece “Her biriniz kendisi için istediğini kardeşi için istemedikçe iman etmiş olmaz,” (Buhari, İman 7; Müslim, İman 71), “Müminler birbirlerini sevmekte, birbirlerine acımakta ve birbirlerini korumakta bir vücuda benzerler,” (Buhari, Edep 27) hadislerinde belirtilen insanlığın doruklaşması tecelli etmiş olur. Bu durum da birbirlerinin iyiliğini isteyen bütünlük ve süreklilik içinde olan bir toplumun oluşmasına, barış hukukunun kökleşip derinleşmesine zemin hazırlanmış olur.
Toplum bir tür hayır ve iyilik seferberliğine çıkar. Diğer insanlar ile yardımlaşma ve dayanışma içine girerek iyiliğin ve ihsanın yeryüzünü kaplamasına zemin hazırlar. Sahipsiz kalan insanlığa tekrar sahip çıkılmasına, insanlık bayrağının yeniden göndere çekilmesine ortam oluşturur.
Toplumun yücelişi; toplumun kendine gelmesi, kendini kazanması ve bunu insanlığa sirayet ettirmesidir.

İNSANIN YÜCELİŞİ


“Muhakkak ki Allah; adaleti, ihsanı, yakınlara vermeyi emreder. Hayasızlığı, fenalığı ve taşkınlığı ise yasaklar. Tezekkür edesiniz diye size öğüt verir.” (Nahl, 16/90).
“Gerçekten insan için, çalıştığından başkası yoktur. Ve onun çalışması ileride görülecektir. Sonra ona karşılığı tastamam verilecektir.” (Necm, 53/39-41).
“Nefse ve onu düzenleyene, sonra da ona, hem kötülüğü hem de takvayı ilham edene yemin olsun ki, onu arıtan, gerçekten felaha ermiştir. Ve onu örtüp kirleten ise muhakkak ziyana uğramıştır.” (Şems, 91/7-10).
Yüceliş Düşüncesi üç boyutuyla yaşanarak hayat bulur. Bunlar; insanın yücelişi, toplumun yücelişi ve insanlığın yücelişi.
İnsanın yücelişi; insanın bizatihi kendinin arınarak insan kalma halini, yaratılıştaki şerefini koruması, onu güçlendirerek tahkim etmesi ve varlığını ebediyete bağlamasıdır. Yani kemale erme, “insanı kamil” olma yolculuğuna çıkmasıdır. Bu noktada insanın kendi iç enerjisiyle ve hiçbir etki altında kalmadan bu yüceliş yolculuğunu sürdürmesi temel esastır. İnsanın yücelişi bir bakıma kendi nefsini ilah edinmemesi, fıtratına ve kendine sahip çıkması, kendini gerçekleştirmesidir. Bir açıdan yüceliş insanın sürekli bir bahar yaşaması, bir şiir gibi bir arınma çabasına girmesi, eksile eksile varlık bulmasıdır. İnsanın arınarak beşeriyet basamaklarından tırmanması, mistik yaşantının sonsuzluğuna ulaşmasıdır.
İnsanın yücelişi noktasında, İslam yani tam teslimiyet insan için büyük bir imkandır. İnsan yapabileceğini takati oranında yapmaya çalışır ve nihayetinde sonucu Allah’a bırakır. Zira akıbeti O takdir edecektir. Bu aslında insana hem büyük bir güç ve güven verir hem de onun mücadele azmini sağlam ve diri tutar. Böylece özgüvenle yücelen insan hiçbir şeyin etkisi ve yönlendirmesi altında kalmadan kendi yüceliş yolculuğunu sürdürecek, sonuçtan bağımsız olarak ne yapması gerekiyorsa onu yapacaktır. Kaldı ki, “Ey iman edenler! Kendiniz için üzerinize düşene bakın. Siz doğru yolda olduğunuz zaman, artık sapanlar size zarar veremez…” (Maide, 5/105) ayetinde belirtildiği gibi, insan kendi üzerine düşeni yaparsa kimse onu saptıramaz. Ayrıca “Muhakkak ki; Rabbimiz Allah’tır, deyip sonra dosdoğru bir istikamet tutturanların üzerine melekler iner, onlara: Korkmayın, üzülmeyin size vaad olunan cennetle sevinin, derler,” (Fussilet, 41/30) ayetinin ifade ettiği gibi, Rabbim Allah’tır deyip yola çıkılırsa görünmez güçlerin, meleklerin de yardımı yakındır.
İnsanın yücelişi, bir bakıma içeride derinleşerek arınması, dışarıya açılarak fazlalıkları atması ve bir ölçüde mübarek yolculuğa çıkması demektir. Kendini tahkim eden, güçlendiren ve arındıran insanın iyilik ve ihsanla dışa yönelmesi hem kendini daha mutlu ve huzurlu hissetmesini sağlayacak hem de diğer insanlara yardım etmekle, ihsan etmekle onları da iyilik ve ihsanla buluşturmuş olacaktır.
İnsan, yücelişi yaşarken bir yandan içe doğru yönelerek nefis tezkiyesi yapar, diğer yandan ise dışa doğru yönelerek başka insanlara, canlılara ve hatta her şeye güzel ve incelikle davranır, kendi arınmasını derinleştirerek devam ettirir, güçlendirir ve pekiştirir. Dışa yönelen insan iç yapısını ve bütünlüğünü daha da güçlendirmekle kalmaz aynı zamanda diğer insanları da bir tür hal tebliği ile teşvik etmiş ve tetiklemiş olur. Böylece diğer insanlara ve toplumlara güven ve itimat verme süreci yani “eminlik süreci” başlamış olur. Bu aynı zamanda Müslümanın eminlik vasfını kazanması ve onu doruğa taşımasıdır. Eminlik vasfının kazanılması da tebliğin, insanlarla hakikati buluşturmanın, gerçek bir toplumsallaşmanın ilk adımıdır. Bu durum da “Muhakkak ki sen; büyük bir ahlak üzerindesin,” (Kalem, 68/4) ayetine mazhar olan Peygamberin eminlik vasfının örnek alınıp güncel olarak yaşanması anlamına gelir.
İnsan, yücelerek “aklı selim” ve “kalbi selim” sahibi olur. Yani tertemiz, olgunlaşmış, arınmış, güzele yönelmiş bir akla ve kalbe sahip olur. İncelik, zarafet ve görgü ile buluşur. İnsan olma ve insan kalma mücadelesinde büyük merhale alır. Böylece insan nefsini kontrol eder ve aklı aklı selime, kalbi de kalbi selime dönüşür. Aslında insan maddi manevi, dünyevi uhrevi, akli kalbi olarak bütünlüğe ulaşır. Bu suretle içsel huzurunu sağlamış ve ruh arınma yolculuğuna çıkmış olur.
İnsanın yücelişi; insanın kendine gelmesi, kendini kazanması ve bunu topluma sirayet ettirmesidir.

18 Ekim 2017 Çarşamba

Saatleri dirilişe ayarlamak

iriliş, öldükten sonra yeniden doğuşu ifade etmek için kullanılan bir kavramdır. Hayatın sadece bu dünyadan ibaret olmadığını, devamının da olduğunu belirtir. Ölüm hayatın bir parçasıdır diyerek ahireti hatırlatır. Hayatın bir bütünlük ve süreklilik içerdiğini gösterir. Ona göre yaşamamızı öğütler.
Diriliş kavramı, tarihi ve toplumsal süreçte her zaman müspet olarak kullanılmış ve onun üzerinden çokça teori ve tezler geliştirilmiştir. Öyle ki, geçmişte ve günümüzde, içeride ve dışarıda bu kavram üzerinden oluşmuş büyük bir külliyat vardır. İmam Gazali’nin İhya kitabı (İhyau Ulumiddin - Din ilimlerinin dirilişi), Tolstoy’un Diriliş romanı, Sezai Karakoç’un Diriliş düşüncesi buna açık örneklerdir.
Bütün bunların içinde Sezai Karakoç’un gündeme getirdiği Diriliş düşüncesi ayrı ve özel bir değere sahiptir. Zira son yüzyılın İslam düşüncesini ele alacak olursak Karakoç’un Diriliş düşüncesini hesaba katmadan pek çok şeyi açıklayamayız. Açıklarsak dahi eksik olur, yarım kalır. O yüzden Diriliş düşüncesine yakından bakmalı ve derinliği keşfedilmelidir.
GAFLETTEN HAKİKATE GEÇİŞ
Diriliş sadece ötelere ait bir kavram değildir. Zira ne bu dünya ne öteler birbirinden farklıdır. Bu noktada ölüm ve diriliş hayatın bir parçasıdır. Bu çerçevede düşünüldüğünde diriliş insanın içinde bulunduğu halden sıyrılıp mevcut şartlarda yeniden canlanması ve harekete geçmesidir. Diriliş; insanın uykudan uyanması, kendine gelmesi adeta kendini kazanmasıdır. İnsanoğlunun kendisine uzunmuş gibi gelen hayatın sonunda bir bitiş gibi görünen ölümle aslında yeni ve sonsuz bir başlangıca adım atmasına benzer şekilde, Müslümanın da bu dünyadaki gaflet uykusundan uyanıp hakikate dirilmesidir.
Dirilişi tam olarak anlamak için zaman kavramını da ele almakta fayda var. Zaman, insan hayatında çok önemli bir yere sahiptir. Çünkü zaman olmadan insan hayatını anlamlandırmak yarım kalır, eksik olur. Daha açık bir ifadeyle, hayat tasavvurları ve insanın bütün yapıp etmeleri zamanın içinde devam eder. İnsan, zaman idrakine varmadan hayat idrakine ulaşamaz. Var olmanın ve hareket etmenin en büyük alametlerinden biri zamandır. Aslında hayat zamanın bir çocuğudur desek yeridir.
Peki, zaman insan hayatında bu kadar önemliyse onun mahiyeti nedir ve insandaki karşılığı neye tekabül eder?
EN BÜYÜK SERMAYE ZAMAN
Zaman, bu dünyada insanın sahip olduğu şeylerin en önemlisi, en değerlisidir. Zaman, insanın kendini geliştirmesi ve insanlığını artırması için en büyük sermayedir. Diğer yandan da, zaman geçmişten bugüne ve bugünden geleceğe uzanan süreyi gösteren bir ölçüdür. O yüzden zamanı çok iyi ve yerinde değerlendirmek gerekir. Zamanı değerlendirmenin, ondan yararlanmanın en güzel boyutu ise sonsuzluğu, ahireti gözetmek ve ona göre yaşamaktır.
Zamanın en küçük dilimi andır, ancak bunun ölçümü henüz tam olarak yapılamamıştır. Zamanı ölçmek için gerekli olan en güzel birimlerinden biri de saattir. Tabii ki, saat kavramını bir ölçme disiplini olarak da, ölçü birimlerinden biri (an, salise, saniye, dakika, saat, gün, ay, mevsim, yıl vb.) olarak da almak mümkündür. Açıktır ki, insanlar ve toplumlar vaktin ölçüsü olarak hep bir saate göre kendilerini ayarlarlar ve kendi konumlarını belirlerler. Bu durum insanların ve toplumların hayatında saat kavramının ne kadar büyük ve hayati öneme sahip olduğunun açık bir işaretidir. Sonuçta herkes kendini bir saate göre ayarlar ve hayatını bunun üzerinden yaşar ve tanzim eder.
Hatırlamak gerekir ki, Kitap kıyameti “saat” kelimesi ile anlatır. Ayrıca Allah insanları uyarırken ve yol gösterirken asra yani zamana yemin ederek onun öneminin ve değerinin altını çizer.
Birçok düşünür ve fikir adamı da zamanın önem ve değerine vurgu yapmıştır. Nitekim Sezai Karakoç, “Müslüman, vücudunda bir kıyamet taşıyan, ötenin sarsıntısını duymamış kişilere bir kıyamet aşılayan ve onları en şiddetli bir kıyametle sarsan bir kıyamet adamıdır.” diyerek hesabı da, kitabı da, zamanı da, saati de yerli yerine oturtmuştur. Öyle ki, kıyamet üzerinden yeniden doğuşu hatırlatmış ve onun zaman ve saatle bağını kurmuştur. Bir bakıma hayatımızı, dolayısıyla zaman ve saatimizi yeniden ayarlamamız gerektiğini ifade etmiştir.
Bu incelikli ve derin mesaj aslında bize “saat ayarlama” konusunda önemli bir ipucu vermektedir. Nitekim bir dergide bir şairin ifade ettiği gibi, Sezai Karakoç cumhuriyet döneminin en önemli şairlerinden biridir, saatlerimizi ona göre ayarlamamız gerekir (Haydar Ergülen, Dil ve edebiyat dergisi, yıl 2017, sayı 102). Ancak bunu sadece Sezai Karakoç’un şair boyutuyla söylemek eksik olur. Zira Karakoç, millet açısından cumhuriyet döneminin en önemli şairi, yaşayan en büyük düşünce adamıdır. Karakoç’un saate ayar merkezi olacak boyutu her şeyin ötesinde ve derininde Diriliş düşüncesi dediğimiz fikriyat boyutudur. Diğer bir deyişle, Karakoç’ta asıl olan Diriliş düşüncesi ve Diriliş davasının neşet ettiği düşünür boyutudur. Şairlik üstadın ilave bir özelliğidir.
DÜŞÜNCE DALGALARININ EN ETKİLİSİ
İslami hareket, buna geniş anlamda Diriliş hareketi de diyebiliriz, yüzyılın en önemli toplumsal hareketlerinden biridir. Çok büyük tartışma ve gelişmelerle bugünlere kadar gelen İslami hareket büyük bir birikim ve külliyat oluşturmuştur. Onun son dönemlerdeki zirvesi, bir nevi özü ve merkezi olan Karakoç’un Diriliş düşüncesi işte tam da bu noktada tarihi ve sosyolojik olarak birçok şeyi açıklamamıza ve pek çok meseleyi kavramamıza yardımcı olacaktır.
Diriliş düşüncesi, tarihe hükmeden ve İslam aleminin önemli devletlerinden biri olan Osmanlı’nın bakiyesi Türkiye’de gelişen düşünce akımlarının en önemlilerinden biridir. En evrenseli, en gelişmişi ve en kuşatıcısıdır. Kısaca ifade etmek gerekirse Diriliş, cumhuriyet döneminde bugüne kadar oluşan üç düşünce dalgasının (Mehmet Akif’in başını çektiği “kurtuluş”, Necip Fazıl’ın başını çektiği “varoluş” ve Sezai Karakoç’un başını çektiği “diriliş” kavgası) en sonuncusu ve en etkilisidir. Düşünce dalgalarının her biri bir öncekinden beslenmiş, üzerine yeni şeyler katmış ve bir sonrakini de etkilemiştir. Tabii ki, bunların sonuncusu olan Diriliş düşüncesi hem öncekileri kuşatıp özümsemesi hem de kendinden sonra geleceklere zemin oluşturması açısından özel bir yere sahiptir.
Diriliş düşüncesi geçmişten beslenmiş, onu kavrayıp disipline etmiş, sistematik hale getirmiş ve medeniyet boyutuna taşımıştır. Aslında bu düşünce, geçmişin hulasası ve geleneğin özü olarak bütün İslami hareketlerin mihenk taşı olmuştur. Bu düşünce bundan sonrakiler için de büyük bir imkan ve kaynak olarak insanlığın önünde durmaktadır. Bir bakıma Diriliş düşüncesi geçmiş, bugün ve yarının miladı konumuna gelmiştir. Ancak biz bunun henüz tam olarak farkına varmış değiliz. Nasıl ki, ilk giren kurşun, sıcaklığından dolayı ilk anda hissedilemiyorsa, Diriliş düşüncesinin etkinliği ve büyüklüğü de aynı çağda yaşandığı, bizatihi canlı olarak birlikte olunduğu için tam olarak anlaşılamıyor. Doğruyu ifade etmek gerekirse, Diriliş düşüncesi bugüne kadar olan fikir akımlarının zirvesi ve bundan sonra doğacakların da kaynağıdır. Bu tarihi ve sosyolojik bir vakıadır. Artık onu anlamadan ve kavramadan ne geçmişi ne de bugünü kavrayabiliriz. Ayrıca ona yaslanmadan da yarını öngöremez, inşa ve imar edemeyiz.
İKTİDAR VE SERMAYE İLE İLİŞKİ BİÇİMİ
Diriliş düşüncesinin tarihi ve sosyolojik olarak önemini daha iyi anlamak için onun temel önermelerinden biri olan “İslam birliği” tezine bakmakta yarar var. Sezai Karakoç’un en çok vurguladığı, stratejik bir politika olarak sürekli gündeme taşıdığı ve bir çözüm olarak öne sürdüğü, “İslam ülkeleri kesinlikle birleşmeli, büyük ve güçlü bir devlet olmalıdır. Başka çare yok. Artık küçük devletler olarak yaşamanın imkanı kalmamıştır. Bunun aksi tüm ülkeler için parçalanma, bölünme, esaret ve köleliktir.” tezinin dışında ne söylenebilir ki? Bundan önce söylenenlerin hulasası nasıl bu ise, bundan sonra söyleneceklerin özü de bu olacaktır. Tabii ki, bu birliğin nasıl, kimler tarafından ve hangi koşullarda sağlanacağına ilişkin tartışmalar ve bu çerçevede ortaya çıkacak fikirler konunun hayat bağını ve hareket boyutunu gösterecektir.
Burada Diriliş düşüncesinin kurucusu ve piri olan Sezai Karakoç’un bir tutumunu da değerlendirmekte fayda var. O da, Karakoç’un İslam düşüncesinin son yüzyıllardaki en büyük akımı olan Diriliş düşüncesinin üstadı olarak iktidar ve sermayeyle olan ilişkileridir. Bu noktada zaman zaman yanlış anlaşılsa da, derinliğine inildiğinde gelecek asırları dahi etkileyecek bir bilgelik ile karşı karşıya olduğumuzu görmeliyiz. Hiç bir şey istemeden ve hiç bir yardım beklemeden hakikat yolculuğuna çıkan bu bilgelik, bir ülkenin en önemli koltuğu olan cumhurbaşkanlığının davetini dahi kabul etmeyecek boyuttaki bir bilgeliktir. Her zaman, her yerde ve her çağda, neyin değerli neyin önemli olduğunu bu denli açıklıkla ortaya koymak ve yaşamak ancak bu tür bilgelere has bir davranıştır. İslam’dan kaynaklanan o büyük özgüven ve Müslüman vakarı tarihte zor görülen ve bundan sonra da görülme ihtimali zayıf olan o asil ve onurlu duruş bir ölçü olarak karşımızda durmaktadır.
Bütün bunlar Diriliş düşüncesinin adeta bir milat, bir saat konumuna geldiğini açıkça göstermektedir. Artık bundan sonra bir toplumsal hareket noktasında söz söyleyecek, iş yapacak herkes Diriliş üzerinden değerlendirilmekten kaçamayacaktır.
AYAĞA KALKMA MESELESİ
Diriliş düşüncesi temelde ötelere ait olan yeniden doğuşun bu dünyada da olabileceğine inançtır. Bu anlamda Diriliş, insanın mevcut imkanları kullanarak uykudan uyanması ve tekrar ayağa kalkmasıdır. Bu çok önemli ve hayati bir konudur. İnsanlığın ve dünyanın gidişatı, Müslümanların hali göz önüne alındığında neden bugün daha çok “Diriliş”e ihtiyaç olduğu açıkça görülür.
İnsan öldükten sonra dirilir. En güçsüz zaman şu an, o sebeple Diriliş zamanı şimdidir. İşte bütün bu gerçekler ışığında düşünüldüğünde bir Müslümanın saati de Diriliş saatidir. Saatleri Dirilişe ayarlamak vakti gelmiştir.
O yüzden istesek de istemesek de Dirilişi hesaba katmak hatta ona göre konum almak ve tarihteki yerimizi belirlemek durumundayız.
Evet, Diriliş milattır, Diriliş saattir.
Evet, Dirilişe göre saatleri ayarlamanın zamanı gelmiştir.
Evet, Dirilişin, yeniden Dirilişin vaktidir.
Temel Hazıroğlu
Yeni Şafak, 09 Ekim 2017