“Onlar
ayaktayken, otururken ve yanlarına yatarken Allah’ı anarlar; göklerin ve yerin
yaratılışı üzerine düşünürler. Ve “Rabbimiz! Sen bunları boş yere yaratmadın,
Sen yücesin, bizi ateşin azabından koru, derler.”” (Ali İmran, 3/191).
“Muhakkak
ki Allah; adaleti, ihsanı, yakınlara vermeyi emreder. Hayasızlığı, fenalığı ve
taşkınlığı ise yasaklar. Tezekkür edesiniz diye size öğüt verir.” (Nahl, 16/90).
“Nefse
ve onu düzenleyene, sonra da ona, hem kötülüğü hem de takvayı ilham edene yemin
olsun ki, onu arıtan, gerçekten felaha ermiştir. Ve onu örtüp kirleten ise
muhakkak ziyana uğramıştır.” (Şems, 91/7-10).
Yüceliş
düşüncesinin temelini “Yüceliş Felsefesi” oluşturur, o da yüceliş hareketinin
esasını belirler. Yüceliş felsefesi bütünleşmiş olarak birçok felsefeyi
kuşatır.
Felsefe
her şeyden önce ne, niçin, nasıl, ne zaman, nereye gidiyoruz vb. sorular
üzerinden yeryüzündeki, yeraltındaki ve tüm kainattaki olayları, olguları
anlamaya, idrak etmeye çalışan bir disiplindir. Felsefe bağımsız bir sorgulama
olup her hükme şüphe ile başlar. İnsan fikrinin sorgu sualsiz kabul ettiği
varsayımların saklandığı en ücra köşelere kadar izlerini sürer.
Felsefe,
aklın alemi bir bütün halinde anlama, kavrama ve sindirme çabasıdır. Diğer bir
deyişle hikmet sevgisidir. Temel amacı; varlık, bilgi ve değerler üzerinden insana,
hayata ve kainata anlam kazandırmak, hakikatin bilgisine ulaşmaya çalışmaktır.
Hikmete yani hakikatin bilgisine ulaşmak için hikmet vadisinde dolaşmaktır. Bir
bakıma anlam dünyasını keşfetmek ve bunu hayat ile buluşturmaktır.
Felsefe, her konuyu kökünden ele alarak
irdelemeye, kavramaya ve idrak etmeye gayret etmektir. Her şeyi tüm
boyutlarıyla aydınlığa kavuşturmak, eşyanın hakikatini bulmak ve künhüne varmak
isteyen derinlemesine düşünme çabasıdır. Felsefe herhangi bir konuda, şeyde şu
ve benzeri soruları sorma ve bunlara cevap arama gayretidir: Şey nedir? Doğası
nedir? Niçin vardır? Şeye sahip olunabilir mi? Şeyin kaynağı nedir? Sınırları
nelerdir? Şeyi nasıl bilebiliriz? Kısaca felsefe, kendimiz de dahil her şeyin,
her olayın ve her olgunun arka planını keşfetme, özünü ve mahiyetini arama ve
hakikatini bulma cehdidir. Aslında hikmetin kendisidir. İnsanın kendini bulma,
kendini gerçekleştirme ve kendini kazanma sanatıdır.
Geniş anlamıyla ele alacak olursak felsefenin
İslam düşüncesindeki Kelam ilmi ile bir ilişkisinin hatta paralelliğinin
olduğunu görürüz. “Onlar ayaktayken, otururken ve yanlarına yatarken Allah’ı
anarlar; göklerin ve yerin yaratılışı üzerine düşünürler. Ve “Rabbimiz! Sen
bunları boş yere yaratmadın, Sen yücesin, bizi ateşin azabından koru, derler,””
(Ali İmran, 3/191) mesajı kelam ilminin, derin felsefenin başlama ve hareket
ettirme noktasıdır.
Şu
açıktır ki, Kelam ilminin amaçları felsefeninkilerden daha yüksektir. Felsefe
sadece akıl yoluyla nesneleri ve gerçekliği inceler, bir bakıma Mutlak Hakikati
biraz uzaktan izler ve bir teori oluşturmaya çalışır. Kelam ise Mutlak Hakikat
ile daha yakın bir temas kurmaya çalışıp canlı ve samimi bir ilişki
geliştirmeye çalışır.
Felsefe
daha çok akılcı yöntemlerle yola çıkıp hayatın anlamını yakalamaya çalışır.
Oysa Kelam ilmi akılcı yöntemlerden uzak durur. Akılla yola çıkmakla beraber “vahiy-akıl”
dengesini vahyin önceliğinde görür ve onun ışığında değerlendirmelerde bulunur.
Kelam ilmine göre “akıl, akılcılığın ötesinde ve üstünde vahyi anlayıp kavramak
ve kavrayamadığı noktada ise sınırlarını idrak ederek asli yerine çekilmekle
mükelleftir.” Ki, bu aklı selimdir, temiz ve doğru akıldır. Sonuçta Kelam,
vahyi makul yani akli temelde ele alır ve varlık, bilgi ve değerleri bu
çerçevede inceler ve hikmetin peşine düşer. Burada temel amaç hakikate yaşama
idraki ile yaklaşmadır. Diğer bir deyişle, hakikate yaklaşma, hakikatin
bilgisine ulaşma, ulaşılan bu bilgiye göre yaşama ve hareket etmedir.
Kısaca
Felsefe akılcılıktan hareketle, Kelam ise vahiyden yani nakilden hareketle aklı
selim ile anlam dünyası oluşturmaya ve geliştirmeye çalışır. Aralarındaki
farkın en temel noktası başlangıçta ahlaki zeminde oluşan niyettir. Başka bir
ifadeyle “iyi niyet” üzerinden gelişen “hikmet”i arama önceliğidir.
Akılcılıktan
hareketle gelişen Felsefe ile vahiy ve akıldan hareketle gelişen Kelam
arasındaki farkın bilincinde olarak şunu açıkça belirtmekte fayda var: Vahiyden
yola çıkarak inanç ve itikat meselesi üzerine yoğunlaşan ve süreç içinde
felsefi bir boyut kazanan Kelam ilmi ve onun felsefeyle ilişkisi çok önemli,
derin ve ufuk açıcıdır. Kelamın kökeninde yer alan “teakkul” yani akletmek
tefekkürün önemli bir boyutudur.
Vahiyden
hareketle oluşan dini hakikat ile fıtrattan kopan insanın tekrar fıtratı,
gerçeği arama çabasından hareketle oluşan felsefi hakikat tarz itibariyle
farklı olmakla birlikte objektif olarak bir görülebilir. Şimdi çok derinlere
dalmadan, bu çağa söz söyleme ve insanına dokunma bilinci taşıyan Müslüman bir
aydın olarak bu süreçte Kelam ilmini derin bir felsefe olarak gördüğümüzü,
felsefe kavramını derin felsefe, kelam anlamında ele aldığımızı belirtip konuya
genel hatları itibariyle girmeye çalışalım.
Daha
önce altını çizdiğimiz gibi, Yüceliş Felsefesi üç ana boyuttan oluşur. Bunlar;
İnsanca varoluş, yürüyüş ve yüceliştir. Başka bir ifadeyle, yaratılışla
başlayıp bugünle devam eden “insanca varoluş”, tarihsel süreç içinde gelenekle
hemhal olan her türlü yapıp etmelerden oluşan “yürüyüş” ve nihayetinde canlanan,
yenilenen insanı kamil yolculuğuyla hayat bulan “yüceliş”.
Yüceliş
Felsefesini tüm boyutlarıyla ve bir bütün olarak ele almak gerekir. Detay ve
derinleştirici çalışmaları ileride geliştirmek kaydıyla Yüceliş Felsefesi temel
olarak birkaç felsefi esas üzerine oturur. Bunlar; varlık felsefesi, bilgi
felsefesi, insan ve ahlak felsefesi, hukuk felsefesi, toplum ve siyaset
felsefesi, iktisat felsefesi, tarih felsefesi, eğitim felsefesi ve sanat
felsefesidir.
Şimdi
bütün bu felsefeleri damıtılmış olarak kısaca özetlemeye çalışalım: