10 Eylül 2018 Pazartesi

İNSAN VE AHLAK FELSEFESİ

“Herkesin bir yönü vardır oraya döner. Öyleyse siz hayırlı işlerde birbirinizle yarışın! Nerede bulunursanız bulunun, Allah hepinizi birden getirir. Şüphesiz ki Allah her şeye kadirdir.” (Bakara, 2/148).
İnsan ve ahlak felsefesi, insan ve ahlakın ne olduğunu ve kaynağını bilmeye, doğasını anlamaya, anlamını ve derinliğini belirlemeye, hayatın gerçek manasını yakalamaya ve ortaya koymaya çalışır.
İnsan; Şeref, değer, yakın (kurba)
Yaratılıştan temiz ve fıtrat üzere olan insan, “eşrefi mahlukat” yani yaratılmışların en şereflisidir. İnsanın fıtratı Tevhid üzerine, tertemiz ve şeref yüklüdür. Bu şerefi doğuştan kazanmıştır ve ona asla dokunulamaz. O yüzden de insan değerdir, değerlidir ve haysiyet sahibidir.
İnsan şerefli olduğu kadar değerli, değerli olduğu kadar yakınımızdır. O Allah’ın emanetidir. Bütün emanetlere hıyanet etmek nasıl büyük günahsa insana hıyanet etmek, onun haysiyetine ve haklarına dokunmak da o kadar büyük günahtır. “İnsan insanın yakınıdır” (akrabası yani kurbasıdır). Başka bir ifadeyle her insan maddi manevi boyutuyla bir bütündür ve aynı zamanda tüm şahsiyetiyle bir bütünün parçasıdır. Zira hepsi Hz. Adem’in çocuklarıdır. İnsanın üç önemli temel vasfı vardır: şeref, değer ve yakın (kurba).
İnsan şerefli bir yaratılışla yola çıkmış, süreç içinde kendine verilmiş olan iyi ve kötü yönlerini beslemesiyle de bir hal almıştır. Bu anlamda insan ne tam iyidir ne de tam kötüdür, ne melektir ne şeytandır. İnsan özgür iradesiyle iyi tarafını besleyip büyütmesi durumunda iyi yönünün, aksi yani iyi tarafını örtüp besleyememesi durumunda ise kötü yönünün etkisine girerek yeniden şekillenir. Bu anlamda insan iyi ve kötü yönün mücadele ettiği bir arenadır.
İnsan tutum, davranış ve hareketiyle kendi kazancını bizatihi kendi elde eder. İnanıp inanmamak insanın kendi hürlüğü ve kendi fiilidir. İnsan için beyan esastır. İnsan kendinden ve fiillerinden sorumludur.
İnsan; Bir, eşit ve kardeş
İnsanlar bir, eşit ve kardeş olduğu için Ademoğlunun/insanların birliğini ve eşitliğini esas alan birlik eşitlik eksenli bir dünya kurulması insanlığın en büyük tasavvurudur. Ancak böyle bir tasavvurla insanlığın ve dünyanın yeniden kurulması sağlanabilir. Bu noktada Tevhid’in en önemli açılımı ve bugüne tekabül eden kısmı “Birlik Eşitlik” fikridir.
İnsanların doğal hakları vardır ve bu temel haklar onlara yaratılışta verilmiştir. Buna müdahale şirktir. Kendi menfaati için başkalarının haklarını kısıtlayan, kaldıran azgındır (tağuttur). Bütün insanlık tek bir ailedir; çünkü hepsi tek bir ana baba zürriyetinden gelirler. Allah bir, yeryüzünde insanlar bir, eşit ve kardeştir.
İnsan birdir. İnsan; kendisi olan, bölünmez bütün şahsiyetiyle, maddi ve manevi varlığıyla, vücudu ve ruhuyla birdir, biriciktir, güzeldir, mübarektir. Bölünmüş insan nasıl kendisi ve insanlık için risk ise “bütünleşmiş insan” da umuttur, gelecektir.
İnsanlar Adem’den, Adem de topraktan gelmesi hasebiyle bir tarağın dişleri gibi birbirine eş ve eşittirler. Eşitliğin özü, insanların Allah ve hukuk önünde eşitliğidir. Diğer bir deyişle hak eşitliğidir. İnsanların özgür iradeleriyle yaptığı tutum ve davranışları kendi durumlarını belirler. Dolayısıyla hayırda yarışın hizası, insanın imtihanının başlama noktası eşitliktir.
İnsanlığın kendi hayatiyeti ve devamı için, her zaman ve her koşulda birlik içinde olunmalıdır. Birlik için de eşitlik şarttır, elzemdir. İnsanların eşitliği birliği besler, tahkim eder ve kuvvetlendirir.
“Birlik için eşitlik”, tek çaredir, tek kurtuluş yoludur.
İnsan; Hür ve bağımsız
İnsan iradeyi cüziye sahibi olarak doğuştan hür ve bağımsızdır. Yaratılıştan kazandığı ve varlığının bir parçası olan bu temel vasfı hem onun gücü ve enerjisi hem de imtihanıdır. Doğuştan Allah’ın ona ikram ettiği temel hak ve özgürlüklere (can, din, akıl, nesil ve mal emniyetine) sahiptir. İnsan hür ve bağımsız olarak iradi ve özgür aklı ile hak ve görevlerini sonuna kadar kullanma ve ahenkli bir bütünlük içinde gerçekleştirme mahareti ile donatılmış dinamiklere sahiptir. Bu onun doğal ve beklenen bir halidir.
İnsan özgür iradesiyle sadece ve ancak Allah’a kul olmasının, dünyadaki maddi manevi her şeyden ve dolayısıyla bunun doğuracağı kula kulluk başta olmak üzere haysiyet dışı her halden kurtulmasının yegane yolu onun hür ve bağımsız olma ontolojisidir. Bu aynı zamanda onu bu dünyada en derin tevazu en büyük vakar sahibi yapar. İlave olarak insan teslimiyetini yalnızca Allah’a yapmakla kendini tüm insanlarla bir ve eşit görme şuurunu da kazanmış olur.
Özgürlükten vazgeçmek, bir insanın insan olma niteliğinden, temel insan haklarından ve hatta görevlerinden vazgeçmek demektir. Özgürlük hakkından vazgeçen bir insanın uğrayacağı zarar asla telafi edilemez. Böyle bir davranış insan doğasına aykırıdır ve bir tür gönüllü köleliktir. Ve gönüllü kölelik bir hak değildir, aksine insanlık dışı ve gayrimeşrudur.
İnsan hür ve bağımsızdır. İnsanın özgür iradesi onun yapısıdır, doğasıdır. Devredilemez, bölünemez, kısıtlanamaz ve kaldırılamaz.
Ahlak; İhsan, erdem, infak
Ahlak, “hulk” kelimesinden neşet eder ve insanın gerçek özünü, yaratılışını ifade eder. Bu anlamda ahlak, kişinin yaratılışta verdiği söze inançla ve içtenlikle bağlı kalması demektir. Diğer bir deyişle kişinin yaratılışa sadık kalması, “sıddık” olması demektir. Bir açıdan da kişinin kendisiyle sözleşme yapması (öz anlaşma) ve buna uyması demektir.
Ahlak, “eşrefi mahlukat” olan yani yaratılmışların en şereflisi olan insanın bu şerefi taşıması, ona sahip çıkmasıdır. Bu şerefi daha yukarılara taşımak, diğer bir deyişle “kamil insan” olmak insanı yüksek ahlaka yani “güzel ahlak”a götüren bir süreçtir. Yüksek ahlak kişiyi yükseltmekle bırakmaz aynı zamanda olgunlaştırır. Olgunlaşan insan artık her zaman, her yerde ve her koşulda hayatın bütününe ve her anına ahlak üzerinden bakar. Ve kişi kendi hayatını ve iklimini ahlaki temelde inşa eder ve sürdürür.
Ahlak, ihsanla yani en güzel şeyleri en güzel tarzda yapmakla başlar, erdemle yani hiçbir şey beklemeden hiçbir şey istemeden insanca davranmakla devam eder ve infakla yani vermekle sürer. Bu anlamda ahlak; ihsan, erdem ve infak değerleri üzerinden şekillenir, gelişir, kalıcılaşır ve hayat bulur.
Ahlak, dilin ve konuşmanın ötesinde hal ile davranış ile kendini gösterir. Bazen onu konuşmak ve hatta onu savunmak bile hayattan uzaklaşmasına neden olabilir. İnsan için, insanlık için en büyük kurtuluştur.
Sonuç olarak ahlak, yaratılışa uygun davranış geliştirmek, fıtrat üzere yaşamak ve hikmeti aramaktır. Tüm insan, eşya ve dünya ilişkilerinde yaratılışa uygunluk demektir. Ahlak, iyi davranışlarda bulunmak ve kötü davranışlardan uzak olmaktır.
Ahlakın temeli fıtrattır, İslam’dır.
Hayat; Süreklilik, imtihan ve güzel ahlak
Hayat, insanları Bir’e yani Allah’a ve Allah önünde eşitliğe davettir. Hayat sürekli devam eden, imtihanla yüklü diri ve dinamik bir süreçtir. Felsefi olarak üç aşama üzerinden temellenir: İnsanca varoluş, yürüyüş, yüceliş.
1. İnsanca Varoluş
İnsan için Varoluş, esasında yaratılış ile başlayan, bugünle devam eden ve gelecekte de sonsuza dek devam edecek olan “Kalu bela”da başlayıp ahirete uzanacak bir süreçtir. Nereden geldiğimizin ve nereye gideceğimizin ilk işaretidir.
2. Yürüyüş
Yürüyüş, cennetten dünyaya düşüşle başlayan, dünyadaki doğuşumuz ve yaşayışımız ile devam eden ve bugün de bir umut olarak var olup yaşayan bir süreçtir. Yürüyüş yani hareketleniş her zaman ve her koşulda taze ve diri olan umudun çağrısıdır.
3. Yüceliş
Yüceliş, insanlığın temelleri insanca varoluş üzerine oturan, insanlığın hareketlenişi yürüyüşle canlanan ve yenilenen tarihsel yolculuğun bugüne tekabül eden sürecidir. Bir anlamda varoluşa yaslanarak harekete geçilmesi ve hareket üzerinden hayatın tekamülüdür. İnsanı kamil yolculuğudur. Hayatın anlamı ve geleceğidir.
Ve hayat, “Güzel Ahlak”tır.
Felsefi temellerini “insanca varoluş, yürüyüş ve yüceliş” ekseninde kuran ve güçlü, derin dayanaklara sahip olan “Yüceliş”  fikriyatının kendini geliştirerek, arınarak, ahlaki temelde olgunlaşarak hayat bulması tüm insanların yegane umudu olmasına imkan sağlayabilecektir.
Hayat Telakkisi; Varlık, bütünlük ve süreklilik
İnsanın kitapta anlatılan serüveni “Andolsun ki; Biz, insanı; çamurdan, süzme bir özden yarattık. Sonra da onu nutfe halinde sağlam bir yere yerleştirdik. Sonra nutfeyi bir kan pıhtısı haline getirdik. Derken o kan pıhtısını bir çiğnemlik et yaptık. Bir çiğnemlik et parçasını kemik olarak yarattık. Kemiklere de et giydirdik. Ve sonra onu apayrı bir yaratık yaptık. Yaratanların en güzeli olan Allah’ın şanı ne yücedir. Sonra siz, bunun arkasından hiç şüphesiz ki öleceksiniz. Sonra siz, kıyamet gününde muhakkak diriltileceksiniz,” (Müminun, 23/12-16) insanlığın hayat telakkisini ve yolculuğunu açıkça ortaya koymaktadır. Bu, bir ölçüde derin zaman anlayışla bakıldığında bir insanın sadece düz bir hayat çizgisinde seyretmediğini işaret etmektedir. İnsanın bu denli özenli ve ince yaratılış süreci dahi onun basit bir canlı olmadığını göstermektedir. Yaratılışı, ölüşü ve dirilişi ile insan sonsuzluğa uzanan, devamlılık ve köklü değişim içeren hayat yaşayan bir değer olduğunu ifade etmektedir.
Allah tarafından insana verilen yüksek değerin yanında, kulluk bilincinden uzaklaşan insanlar için yapılan zayıf (Nisa, 4/28), zalim (İsra, 17/11), hırslı (Mearic, 70/19), zararda olan (Asr, 102/3) vb. nitelemeler de vardır. Bu bağlamda insanın “eşrefi mahlukat” olma ile “esfeli safilin” olma arasında bir çizgide hareket ettiğini ifade edebiliriz. İnsan kulluk bilincini unutmazsa, Allah’a hakkıyla kul olursa en güzel bir şekilde yaratılmış ve ahlaklanmış benliğini eşrefi mahlûkat kılar. Fakat kulluk bilincini unutur ve Allah’a inanmaz, şükretmez ise en güzel şekilde yaratılmış benliğini esfeli safilin kılar.
Allah’ın kuru çamurdan yaratıp kendi ruhundan üflediği insan, bir yandan emaneti yüklenecek kadar cesur, varlıkların en şereflisi, meleklerin secde ettiği, yeryüzünün halifesi, en güzel şekilde yaratılmış (ahseni takvim) bir varlık; diğer yandan ise zayıf, zalim, kan dökücü, bozguncu, sabırsız, tamahkar, doyumsuz, nankör, cimri, hırsına ve tartışmaya düşkün, aşağıların en aşağısı (esfeli safilin) olmaya aday bir varlıktır. Evet, insan, bu özellikleri aynı anda barındıran ve büyük imtihan sahibi bir varlıktır.
“Nefse ve onu düzenleyene, sonra da ona, hem kötülüğü hem de takvayı ilham edene, Onu arıtan, gerçekten felaha ermiştir. Ve onu örtüp kirleten ise muhakkak ziyana uğramıştır,” (Şems, 91/7-10), ayeti açıkça şunu göstermektedir: İnsan iyi ve kötü yönü olan bir varlıktır. İyi yönünü besleyen kurtulur, iyi yönünü örtüp beslemeyen dolayısıyla kötü yönünü besleyen ise mahvolur. Demek ki, mutlak iyi, mutlak kötü insan yoktur.
Bu çerçevede düşünüldüğünde, Allah’ın, Kur’an-ı Kerim’deki insan tanımlaması özetlenecek olursa; insan, en güzel bir şekilde yaratılmış, kendini sorumlu kılmaya yetecek düzeyde bir özgürlükle donatılmış, Allah’ın ruhundan üflediği ve tüm yaratılmışlara üstün kıldığı bir varlıktır. İnsan, bu konumunu Yaratıcısına bağlı kalarak onun istediği şekilde hayatını idame ettirerek sürdürmeli, kötü yönünü bastırıp iyi yönünü güçlendirmeli, kendi bütünlüğüne bağlı kalarak değerini artırmalı ve “eşrefi mahlûkat” olarak yaşamalıdır. İnsan, Allah katında değerlidir ve bütün semavi kitaplarda olduğu gibi Kur’an-ı Kerim’de de en önemli muhatap odur.
Hayat dar anlamda ki buna “yaşam” da diyebiliriz, dünyada insanca varoluşla başlayan, bütünlük ve süreklilik içinde yürüyüş ile devam eden ve yüceliş ile süren bir yolculuktur. Hayat geniş anlamda ki buna “derin hayat” da diyebiliriz, yaratılış ile başlayan, ölüş ile devam eden ve diriliş ile süren bir yolculuktur. 

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder