“Allah:
“Ey Adem, zevcenle birlikte cennete yerleşin, dilediğiniz yerden yiyin. Ancak
şu ağaca yaklaşıp da zalimlerden olmayın!” dedi. Derken şeytan, kendilerine
örtülmüş olan ayıp yerlerini açmak için ikisine de vesvese verdi ve: “Rabbiniz
size bu ağacı yalnızca birer melek olmamanız yahut ölümsüzlüğe kavuşmamanız
için yasak etti” dedi. Ve: “Ben gerçekten sizin iyiliğinizi isteyenlerdenim”
diye ikisine de yemin etti. Bu şekilde onları kandırıp sarktırdı. Bunun üzerine
o ağacın meyvesini tattıklarında, ikisine de ayıp yerleri açılıverdi ve
üzerlerini üst üste cennet yapraklarıyla yamamaya başladılar. Rableri onlara:
“Ben size bu ağacı yasaklamadım mı, haberiniz olsun bu şeytan size açık bir
düşmandır, demedim mi?” diye seslendi. Onlar: “Rabbimiz, biz kendimize
zulmettik; eğer Sen bizi bağışlamaz, bize merhamet etmezsen kesinlikle hüsrana
uğrayanlardan oluruz” dediler. Allah: “Kiminiz kiminize düşman olarak ininiz!
Size bir süreye kadar yeryüzünde yerleşmek ve bir nasip almak var kaderinizde”
buyurdu. “Orada yaşayacak, orada ölecek ve oradan dirilip çıkarılacaksınız”
dedi. Ey Adem oğulları, size ayıp yerlerinizi örtecek ve süs olacak giysi
indirdik; fakat takva elbisesi hepsinden hayırlıdır. İşte bu, Allah’ın
ayetlerindendir. Gerek ki, düşünüp ibret alırlar. Ey Adem oğulları, şeytan
nasıl ki, anne-babanızı ayıp yerlerini kendilerine göstermek için cennetten
çıkardıysa sakın sizi de belaya uğratmasın! Çünkü o ve yandaşları sizleri,
sizin kendilerini göremeyeceğiniz yönden görürler. Biz, o şeytanları imana
gelmeyenlerin dostları kılmışızdır.” (Araf, 7/19-27).
“Doğrusu
arınan, felah bulmuştur.” (Ala, 87/14).
“Nefse
ve onu düzenleyene, sonra da ona, hem kötülüğü hem de takvayı ilham edene yemin
olsun ki, onu arıtan, gerçekten felaha ermiştir. Ve onu örtüp kirleten ise
muhakkak ziyana uğramıştır.” (Şems, 91/7-10).
“Eşrefi mahlukat” yani yaratılmışların
en şereflisi olan insan, bu hasletini Allah’tan almıştır. Öyle ki, “Gerçek şu
ki, önce sizi yarattık, sonra size şekil verdik, sonra da meleklere: “Adem’e
secde edin!” dedik; hemen secde ettiler, ancak İblis secde edenlerden olmadı,”
(Araf, 7/11) ayetinde belirtildiği gibi, meleklerin bile ona saygı anlamında
secde etmesi istenmiş ve onlar da İblis hariç secde etmişlerdir.
Allah’tan aldığı bu şerefi korumak ya da
kaybetmek, açıkçası yaratılışta kazandığı bu değeri taşıyıp taşımamak, insanın
kendi iradesinde, kendi elindedir. Tam da bu yüzden her insan irade/ihtiyar
sahibi, özgür bir varlık olması hasebiyle şereflidir ve saygıyı hak eder.
İnsanın bu halini koruması da yine kendi sorumluluğundadır.
İşin
açıkçası insana şerefi yaratılışta Allah vermiştir ve insan bu özelliği ile
diğer tüm canlılardan ayrılmıştır. İnsanın bizatihi yaratılıştan, doğasından
aldığı bu şeref, onun en doğal, vazgeçilemez, müdahale edilemez ve devredilemez
hakkıdır. İnsanın daha doğarken hak ettiği bu hasletini hiç kimse hiçbir
gerekçeyle elinden alamaz.
İnsan,
ancak kendi hür iradesiyle bu şerefi bizzat kendisi kaybeder, “esfeli safilin”
yani aşağıların en aşağısı olur. Veya yine ancak kendisi bu şerefini muhafaza
eder ve onu daha da yukarılara taşır, yüceltir. Başka bir deyişle, insan ya esfeli
safilin olur aşağılara iner ya da insan kalır, insan olur, “insanı kamil” olur
ve Yüceliş’i yaşar.
İnsana
düşen doğuştan kazandığı bu şerefi, bu onuru aşağılara düşürmek değil
yukarılara çıkarmak yani yüceltmektir. Şunu rahatlıkla söyleyebiliriz ki insan
için en önemli görev; kendi içinde derinleşerek ve kendi dışına açılarak
Yüceliş’i yaşamasıdır.
Yüceliş’in Öyküsü
Yukarıda
sözünü ettiğimiz “Yüceliş” kavramı aslında Hz. Adem’in yani İnsan’ın; yaratılışı, cennet hayatı, kaybedilen imtihan
sonrasında yeryüzüne indirilişi ve tekrar cenneti kazanma mücadelesinin öyküsü
olarak da okunabilir.
Öyle
ki, bu öykü, insanın yeryüzüne düşüşü sonrasında tekrar
cenneti kazanma mücadelesi gibi özetlenebilse de, aslında bu durum insanın
içinde imtihanın olduğu ve sonsuzluğu noktasında bilgi sahibi olmadığımız bir
cennetten, imtihanın olmadığı ve sonsuz bir cennete Yüceliş’inin hikayesi
şeklinde de okunabilir.
Bu
noktada sözünü ettiğimiz “Yüceliş Fikri”ni diğer bir deyişle “Yüceliş
Düşüncesi”ni İnsan’ın/Adem’in öyküsü üzerinden şöyle özetleyebiliriz:
1. Adem’in yani insanın hikayesi cennette
başladı. Allah, varlığının hikmeti bilinsin diye Adem’i yarattı ve ona cenneti
verdi.
2. Adem kendisine bir arkadaş istedi ve Allah,
Havva’yı yarattı. Ve Allah onlara, dilediğinizden yiyin, ancak şeytana uyup şu
ağaca yaklaşmayın yoksa zalimlerden olursunuz, dedi.
3. Şeytan da, Rabbiniz bu ağacı yalnızca
ölümsüzlüğe kavuşmamanız için yasak etti ve ben gerçekten sizin iyiliğinizi
isteyenlerdenim, dedi.
4. Adem ile Havva şeytana uyup ağacın meyvesini
tattılar ve bu hata sonucu her ikisinin de avret yerleri açıldı. Ve bunun
üzerine onlar, Rabbimiz biz kendimize zulmettik sen bizi bağışla yoksa hüsrana
uğrayanlardan oluruz, dediler.
5. Allah da onlara, sizlere cenneti bir kez ikram
ettik ancak bunun kıymetini bilemediniz artık onu hak etmeniz gerekir, imtihan
için yeryüzüne inin ve nasip almaya çalışın, dedi.
6. Böylece yaptığı bir hata sonucu, Adem/insan
yeryüzüne düştü. Yani sıladan gurbete düştü.
7. Ve bu düşüşle birlikte, “eşrefi mahlukat” olan
yani yaratılmışların en şereflisi olan ademin/insanın her an süren imtihanı
başlamış oldu.
8. İnsan artık, ya doğru yolda yürüyüp “kamil
insan” olacak ya da doğru yoldan ayrılıp “esfeli safilin” yani sefillerin en
sefili olacaktır.
9. Ve böylece yeryüzüne düşen insanın yani
dedemiz Adem’in davası, düştüğü yerden tekrar sılaya dönme mücadelesi, asıl
yurduna yücelişi başlamış oldu.
10.
İşte bu düşüşten sonra insanın kendi içinde derinleşerek arınması ve kendi
dışında açılarak yücelmesine “Yüceliş davası” diyoruz. Yüceliş; insanın kendine
dönmesi, kendine yolculuk yapması, arınarak yücelmesi kısaca “adam olma”
çabasıdır.
11.
Her biri kendi içinde yücelişi yaşayan ve yüceliş yolculuğuna çıkan insanların
oluşturduğu topluluğa da “Yüceliş toplumu” diyoruz.
12.
Söz konusu yüceliş bilincini taşıyan ruha ise
“Yüceliş ruhu” diyoruz.
Bir
anlamda dedemiz Adem’in ikram edilmiş cenneti bir hata yüzünden kaybedişi,
dünyaya düşüşü ve tekrar cennete dönüşü şeklinde özetleyebileceğimiz öykü tam
da üzerinde durduğumuz bu Yüceliş davasının özüdür diyebiliriz.
Bu
öykü Adem’in şahsında aslında insanoğlunun bir öyküsüdür. İnsanoğlunun bu
öyküsünde Adem ile Havva isyan etmemiş sadece kendilerine verilen uyarı
dinlemeyip acele ederek bir hata yapmışlardır. Dolayısıyla kendi çabalarıyla
girmedikleri cenneti kaybetmiş ve dünyaya düşmüşlerdir. Tekrar oraya dönmek ve
onu yeniden kazanmak için artık çalışmak ve çabalamak durumunda kalmışlardır. Kaldı
ki, yüksek emekle kazanılacak olan cennet yitirilen cennetten çok daha farklı
ve anlamlı olacaktır.
Yüceliş Felsefesinin
Özü
İnsanın
niçin var olduğunun, nereden gelip nereye gideceğinin ve hayatın anlamının
cevap bulduğu “Yüceliş Felsefesi”, Yüceliş fikriyatının özünü oluşturmaktadır.
Bu felsefe insanın genel ahvali ve gidişatı açısından hayatı ve insan
serüvenini bir bütünlük ve süreklilik içinde ele alır.
Yüceliş,
yükselişin üstünden ve ötesinde anlamlar taşır.
Zira yükselme bir şeye nispetle yukarı olma halidir ve karşıdakini aşağı
görür. Oysa yüceliş öncelikle öz niteliklerini artırmak, kendini güçlendirip
tahkim etmek, içsel arınmayla yani kendi iç yapısıyla yukarılara çıkmadır. Yüceliş
gücünü ve enerjisini, “ben ve öteki”, “biz ve onlar” anlayışından uzak bizatihi
kendi ontolojisinden, içsel ve dışsal tekamülünden alır.
Yüceliş,
bir yönüyle secdede olmak, toprak olmak, mütevazi olmak, diğer bir yönüyle
sadece Allah’a bağlı olmanın verdiği coşkuyla engin vakar sahibi olmaktır. Her
tür engeli aşıp içte derinleşerek, olarak, oluşarak, olgunlaşarak enginleşmek,
dışta vererek ve ihsan ederek yıldızlaşmaktır. Yüceliş bir arınış hali, bir
arınma yolculuğudur. Başka bir ifadeyle, yüceliş bir yönüyle tam bir çağdaş
tasavvuf demektir.
Geldiğimiz
bu noktada hayatın tezahürü olan geçmiş, şimdi ve gelecek ışığında daha
anlaşılır olması amacıyla Yüceliş Felsefesini oluşturan üç temel üzerinde
durmamız gerekmektedir.
1.
İnsanca Varoluş
İnsan
için Varoluş, esasında yaratılış ile başlayan, bugünle devam eden ve gelecekte
de sonsuza dek devam edecek olan “Kalu bela”da başlayıp ahirete uzanacak bir
süreçtir. Nereden geldiğimizin ve nereye gideceğimizin ilk işaretidir.
Adem
yani insanoğlu cennette var olmuş, orada yaşamış ve bir hatası sonucu dünyaya
düşmüştür. Başka bir deyişle cenneti yeniden kazanmak için, imtihan için
dünyada yeniden doğmuştur.
2.
Yürüyüş
Yürüyüş,
cennetten dünyaya düşüşle başlayan, dünyadaki doğuşumuz ve yaşayışımız ile
devam eden ve bugün de bir umut olarak var olup yaşayan bir süreçtir. Yürüyüş
yani hareketleniş her zaman ve her koşulda taze ve diri olan umudun çağrısıdır.
Yürüyüş
bir anlamda insanın yeryüzünün halifesi olarak yaratılması ile dünyayı imar ve
ıslah düşüncesinin ve çabasının ete kemiğe bürünmesi, yaşamda karşılık
bulmasıdır.
3.
Yüceliş
Yüceliş,
insanlığın temelleri insanca varoluş üzerine oturan, insanlığın hareketlenişi yürüyüşle
canlanan ve yenilenen tarihsel yolculuğun bugüne tekabül eden sürecidir. Bir
anlamda varoluşa yaslanarak harekete geçilmesi ve hareket üzerinden hayatın
tekamülüdür. İnsanı kamil yolculuğudur. Hayatın anlamı ve geleceğidir.
“Nefse ve onu düzenleyene, sonra da ona,
hem kötülüğü hem de takvayı ilham edene yemin olsun ki, onu arıtan, gerçekten
felaha ermiştir. Ve onu örtüp kirleten ise muhakkak ziyana uğramıştır,” (Şems,
91/7-10) şiarı uyarınca insanın arınma yaşayarak gelişim yolculuğuna çıkması,
tekamül yaşamasıdır.
Felsefi
temellerini “insanca varoluş, yürüyüş ve yüceliş” ekseninde kuran ve güçlü,
derin dayanaklara sahip olan “Yüceliş”
fikriyatının kendini geliştirerek, arınarak, ahlaki temelde olgunlaşarak
hayat bulması tüm insanların yegane umudu olmasına imkan sağlayacaktır.
Sözünü
ettiğimiz bu üç temel felsefi düşünüş üzerinde yükselecek olan “Yüceliş” fikri
birey, toplum ve tüm kainat olmak üzere üç ayrı boyutuyla yaşanacak bir süreci
de müjdelemektedir.
Bunlar:
Ø
Bireyin
kendi içyapısı ve iç bütünlüğüyle büyük bir şahsiyet kazanarak arınması, iç
yükselme yaşaması, ahlaki olgunlaşması, ihsan ve erdemle buluşup yücelmesidir.
Ø
Toplumun
kendi içyapısıyla kendini bulması, bir toplumsal bütünlük içinde hak ve
adaletin, birlik ve eşitliğin hayat bulması, toplumun bu temel değerleri
yaşayarak ilerlemesi ve yücelmesidir.
Ø
Tüm
insanlığın ve kainatın kendi içyapısıyla ve iç bütünlüğüyle harekete geçmesi,
Allah’a yönelmesi ve yücelmesidir.
Geçmişten Bugüne,
Bugünden Yarına “Yüceliş”
Şimdiye
kadar yazdıklarımızdan da anlaşılacağı üzere “Yüceliş” hep ileriye, geleceğe,
yarınlara yani cennete doğru yönelmiş bir yolculuk fikrini temel almaktadır.
Evet,
bu dünyada aradığımız ideal, geçmişte yaşanmış olabilir. Ancak biz, asıl ideal
ileride, yukarıda yani cennettedir diyoruz. Bunu derken de Yüceliş kavramını
sadece cennete yönelmek olarak değil, bu dünyayı da kapsayacak, onu yaşanılır
kılacak ve nihai hedef olarak cenneti gözetecek bir “arınma yolculuğu” olarak
görüyoruz. Bu noktada rahatlıkla insanın, toplumun ve insanlığın yücelişi
üzerinden cennete yöneliş, cennete yüceliş kaçınılmaz bir süreçtir diyoruz.
İçinde
bulunduğumuz bu vahşi ve gayri insani çağda ideal dönemi geçmişte, tarihte
görmek bir dereceye kadar anlaşılabilir bir durumdur. Ancak geçmişte yaşanmaz,
yaşanamaz. Geçmiş bugünü anlamak ve kavramak, geleceği inşa etmek ve yüceliş
için bir derstir, bir imkandır, daha doğrusu bir zorunluluktur.
Evet,
biz biliyoruz ki geleneksel düşüncede ilerlemeci ve gelişmeci anlayışlara karşı
belli mesafeler hep olagelmiştir. Hatta gelişimi ileriye doğru değil aksine dairesel,
döngüsel gören anlayışlar da olmuştur. Ancak geçmişten bugüne bugünden yarına
yolculukta yeni zihnin ve yeni felsefenin vakti gelmiştir.
Doğrusu,
insanlığın fıtratı arayışına karşı gelecek bir çağdaş düşünce sistemi ancak ve
ancak arınmayla insanın yücelişi, ihsanla toplumun yücelişi ve erdemle
insanlığın yücelişi üzerinden oluşturulabilir ve geliştirilebilir.
Ne Yapmalı?
Buraya
kadar sözünü ettiğimiz “Yüceliş” kavramsallaştırmasından sonra içinde
bulunduğumuz yani yaşadığımız hayata döndüğümüzde cevaplanması gereken esaslı
bir soru önümüzde bekliyor:
Sözü
edilen Adem’in yani İnsan’ın Yüceliş öyküsünde bugünün insanı olarak bizler
Yüceliş yolculuğuna nereden katılacağız, Yüceliş için ne yapacağız?
İnsanı
yaratan Allah, ona iki ayrı istikamet sunmuştur. Bunlar iyiye/hayra ve
kötülüğe/şerre yönelten yollardır. Bu açıdan değerlendirildiğinde insan ne saf
iyidir, ne de saf kötüdür. İnsan iyiliği seçip onu besler ve büyütürse insanı
kamil olur ve yücelir, kötülüğü seçip ona yönelirse hüsranı yaşar ve aşağılara
iner.
Bu
noktada iyiliği seçmenin, ilk ateşlemeyi yapmanın yolu ahlaki temelde bir şey
beklemeden vermek, ihsan ederek iyilik yapmak ve bunu yaygınlaştırmaktır.
İhsanla, ahlakla ve erdemle olgunlaşarak gelişen insan, iyiliğin önünü açmakla
kalmaz, aynı zamanda insanlığın dirilişine de katkı sağlamış olur. Böylece
ihsan, ahlak ve erdem gibi temel insani değerler yaygınlaşıp hayat bulur, tüm
insanları kuşatıp toplumsallaşır. İşte insanlığın yeniden ihyası, inşası ve
imarı ancak böyle bir süreçle gerçekleşebilir.
Derin
ve ufki olarak düşünüldüğünde hayat dediğimiz şey aslında ihsan üzerinden
gelişen bir yüceliş yolculuğu, bir yüceliş hareketidir. Bu yolculukta bir
yandan yüceliş yaşanırken diğer yandan da gönül tevazu ile alçalır.
Geldiğimiz
noktada başta ihsan olmak üzere ahlak, erdem ve tevazu Yüceliş yolculuğundaki insanın
en temel değerleri ve atacağı ilk adımların referansları olmalıdır.
Yarına Yöneliş
İlahi Bir Yasadır
Şimdiye
kadar özet olarak çerçevesini çizmeye çalıştığımız “Yüceliş” için yarına
yöneliş ilahi bir yasadır diyebiliriz. O yüzden yarına yönelmenin, ilerlemenin
yani yücelmenin vakti gelmiştir. İnşallah bu Yüceliş fikri, hakikat ve geleneğin
rehberliğinde, ustaların izinde genişler, olgunlaşır, ete kemiğe bürünür;
kısaca hayat bulur.
Bu
topraklardaki meselesi olan insanların yıllardan beri üzerinde yoğunlaştığı,
hakikat ustası öncülerin bugünlere taşıdığı bu bayrağı almak ve onların izlerini
sürerek genişletmek, ilerletmek ve bu çerçevede takatimiz oranında çalışmak
boynumuzun borcudur. Bu mücadele herkesin kendi takati ve şuuru oranında
sorumlu olduğu bir mücadeledir. Artık hep beraber yola çıkmalı, işleri birlikte
ve beraberce düşünerek, tartışarak yapmalı ve bir söz, bir fikir oluşturmalı ve
buradan kalkarak hareket etmelidir.
Mücadelemizin
ufku, insanlığın ve dünyanın yeniden kurulumunu esas almalıdır. İnsanlığın
içinde bulunduğu kuşatmayı yarmanın ve “başka bir yolun mümkün olduğu”nu göstermenin
zamanı gelmiştir.
Bu
açıdan biz diyoruz ki, yeni bir yaratıcı fikir, ana fikir, çatı fikir
oluşturmanın ve altını doldurmanın zamanı gelmiştir. Ve bu çerçevede bir “söz”
oluşturmak ve yine buradan hareketle bir “mücadele zemini” kurmak önümüzde
duran acil ve önemli bir görevdir ve Yüceliş Fikri buna imkan sağlayabilir.
İnsanların
bir, eşit ve kardeş olduğu, Allah ve hukuk önünde herkesin eşit olduğu, farkın
ancak vermek, iyilik yapmak ve ihsanda bulunmak üzerinden oluşabileceği bir
yolculukta, insanın çabası, azmi, emeği, fedakarlığı, iyiliği ve ihsanı
oranında hayata ve kainata katıldığı hareket Yüceliş hareketidir.
Geniş
ve derin anlamda ele alındığında “yaratılış üzere olmak” olan ve kökeni “halak”
yani yaratmak olan “hulk” kavramı, doğal olarak “ahlak” kelimesi bizi kuşatan
ve sarmalayan bir çerçeve ve hareket metodu çizmektedir. İşte ahlaki temelde
var oluşumuzu sürdürmek, Yüceliş’tir.
Ahlakı
ve hukuku temel alıp, onun üzerinden her şeyin (siyasal, ekonomik, toplumsal
vb.) inşa edildiği toplum “Yüceliş Toplumu”dur.
İnsanın
kaynağa ve tüketiciye, toplumun sürüye, dünyanın mülke ve mala
döndüğü/dönüştürüldüğü bu zamanda insanlık için yegane umut Yüceliş
hareketidir.
İnsanın
vererek, ihsan ederek, kulluk yaparak, arınarak yüceldiği, yüceliş yaşadığı,
toplumların ve tüm insanlığın bu harekete içten ve gönülden dahil olduğu, bu
mübarek yolculuğa iştirak ettiği hareket Yüceliş hareketidir.