“Herkesin
bir yönü vardır oraya döner. Öyleyse siz hayırlı işlerde birbirinizle yarışın!
Nerede bulunursanız bulunun, Allah hepinizi birden getirir. Şüphesiz ki Allah
her şeye kadirdir.” (Bakara, 2/148).
İnsan
ve ahlak felsefesi, insan ve ahlakın ne olduğunu ve kaynağını bilmeye, doğasını
anlamaya, anlamını ve derinliğini belirlemeye, hayatın gerçek manasını
yakalamaya ve ortaya koymaya çalışır.
İnsan; Şeref,
değer, yakın (kurba)
Yaratılıştan
temiz ve fıtrat üzere olan insan, “eşrefi mahlukat” yani yaratılmışların en
şereflisidir. İnsanın fıtratı Tevhid üzerine, tertemiz ve şeref yüklüdür. Bu
şerefi doğuştan kazanmıştır ve ona asla dokunulamaz. O yüzden de insan değerdir,
değerlidir ve haysiyet sahibidir.
İnsan
şerefli olduğu kadar değerli, değerli olduğu kadar yakınımızdır. O Allah’ın
emanetidir. Bütün emanetlere hıyanet etmek nasıl büyük günahsa insana hıyanet
etmek, onun haysiyetine ve haklarına dokunmak da o kadar büyük günahtır. “İnsan
insanın yakınıdır” (akrabası yani kurbasıdır). Başka bir ifadeyle her insan maddi
manevi boyutuyla bir bütündür ve aynı zamanda tüm şahsiyetiyle bir bütünün
parçasıdır. Zira hepsi Hz. Adem’in çocuklarıdır. İnsanın üç önemli temel vasfı
vardır: şeref, değer ve yakın (kurba).
İnsan
şerefli bir yaratılışla yola çıkmış, süreç içinde kendine verilmiş olan iyi ve
kötü yönlerini beslemesiyle de bir hal almıştır. Bu anlamda insan ne tam iyidir
ne de tam kötüdür, ne melektir ne şeytandır. İnsan özgür iradesiyle iyi tarafını
besleyip büyütmesi durumunda iyi yönünün, aksi yani iyi tarafını örtüp besleyememesi
durumunda ise kötü yönünün etkisine girerek yeniden şekillenir. Bu anlamda
insan iyi ve kötü yönün mücadele ettiği bir arenadır.
İnsan
tutum, davranış ve hareketiyle kendi kazancını bizatihi kendi elde eder. İnanıp
inanmamak insanın kendi hürlüğü ve kendi fiilidir. İnsan için beyan esastır.
İnsan kendinden ve fiillerinden sorumludur.
İnsan; Bir, eşit
ve kardeş
İnsanlar bir, eşit ve kardeş olduğu için
Ademoğlunun/insanların birliğini ve eşitliğini esas alan birlik eşitlik eksenli
bir dünya kurulması insanlığın en büyük tasavvurudur. Ancak böyle bir
tasavvurla insanlığın ve dünyanın yeniden kurulması sağlanabilir. Bu noktada
Tevhid’in en önemli açılımı ve bugüne tekabül eden kısmı “Birlik Eşitlik”
fikridir.
İnsanların
doğal hakları vardır ve bu temel haklar onlara yaratılışta verilmiştir. Buna
müdahale şirktir. Kendi menfaati için başkalarının haklarını kısıtlayan,
kaldıran azgındır (tağuttur). Bütün insanlık tek bir ailedir; çünkü hepsi tek
bir ana baba zürriyetinden gelirler. Allah bir, yeryüzünde insanlar bir, eşit
ve kardeştir.
İnsan
birdir. İnsan; kendisi olan, bölünmez bütün şahsiyetiyle, maddi ve manevi
varlığıyla, vücudu ve ruhuyla birdir, biriciktir, güzeldir, mübarektir.
Bölünmüş insan nasıl kendisi ve insanlık için risk ise “bütünleşmiş insan” da
umuttur, gelecektir.
İnsanlar
Adem’den, Adem de topraktan gelmesi hasebiyle bir tarağın dişleri gibi
birbirine eş ve eşittirler. Eşitliğin özü, insanların Allah ve hukuk önünde
eşitliğidir. Diğer bir deyişle hak eşitliğidir. İnsanların özgür iradeleriyle
yaptığı tutum ve davranışları kendi durumlarını belirler. Dolayısıyla hayırda
yarışın hizası, insanın imtihanının başlama noktası eşitliktir.
İnsanlığın
kendi hayatiyeti ve devamı için, her zaman ve her koşulda birlik içinde
olunmalıdır. Birlik için de eşitlik şarttır, elzemdir. İnsanların eşitliği
birliği besler, tahkim eder ve kuvvetlendirir.
“Birlik
için eşitlik”, tek çaredir, tek kurtuluş yoludur.
İnsan; Hür ve
bağımsız
İnsan
iradeyi cüziye sahibi olarak doğuştan hür ve bağımsızdır. Yaratılıştan
kazandığı ve varlığının bir parçası olan bu temel vasfı hem onun gücü ve
enerjisi hem de imtihanıdır. Doğuştan Allah’ın ona ikram ettiği temel hak ve
özgürlüklere (can, din, akıl, nesil ve mal emniyetine) sahiptir. İnsan hür ve
bağımsız olarak iradi ve özgür aklı ile hak ve görevlerini sonuna kadar
kullanma ve ahenkli bir bütünlük içinde gerçekleştirme mahareti ile donatılmış
dinamiklere sahiptir. Bu onun doğal ve beklenen bir halidir.
İnsan
özgür iradesiyle sadece ve ancak Allah’a kul olmasının, dünyadaki maddi manevi
her şeyden ve dolayısıyla bunun doğuracağı kula kulluk başta olmak üzere
haysiyet dışı her halden kurtulmasının yegane yolu onun hür ve bağımsız olma ontolojisidir.
Bu aynı zamanda onu bu dünyada en derin tevazu en büyük vakar sahibi yapar.
İlave olarak insan teslimiyetini yalnızca Allah’a yapmakla kendini tüm
insanlarla bir ve eşit görme şuurunu da kazanmış olur.
Özgürlükten
vazgeçmek, bir insanın insan olma niteliğinden, temel insan haklarından ve
hatta görevlerinden vazgeçmek demektir. Özgürlük hakkından vazgeçen bir insanın
uğrayacağı zarar asla telafi edilemez. Böyle bir davranış insan doğasına
aykırıdır ve bir tür gönüllü köleliktir. Ve gönüllü kölelik bir hak değildir,
aksine insanlık dışı ve gayrimeşrudur.
İnsan
hür ve bağımsızdır. İnsanın özgür iradesi onun yapısıdır, doğasıdır. Devredilemez,
bölünemez, kısıtlanamaz ve kaldırılamaz.
Ahlak; İhsan,
erdem, infak
Ahlak,
“hulk” kelimesinden neşet eder ve insanın gerçek özünü, yaratılışını ifade
eder. Bu anlamda ahlak, kişinin yaratılışta verdiği söze inançla ve içtenlikle
bağlı kalması demektir. Diğer bir deyişle kişinin yaratılışa sadık kalması,
“sıddık” olması demektir. Bir açıdan da kişinin kendisiyle sözleşme yapması (öz
anlaşma) ve buna uyması demektir.
Ahlak,
“eşrefi mahlukat” olan yani yaratılmışların en şereflisi olan insanın bu şerefi
taşıması, ona sahip çıkmasıdır. Bu şerefi daha yukarılara taşımak, diğer bir
deyişle “kamil insan” olmak insanı yüksek ahlaka yani “güzel ahlak”a götüren
bir süreçtir. Yüksek ahlak kişiyi yükseltmekle bırakmaz aynı zamanda
olgunlaştırır. Olgunlaşan insan artık her zaman, her yerde ve her koşulda
hayatın bütününe ve her anına ahlak üzerinden bakar. Ve kişi kendi hayatını ve iklimini
ahlaki temelde inşa eder ve sürdürür.
Ahlak,
ihsanla yani en güzel şeyleri en güzel tarzda yapmakla başlar, erdemle yani
hiçbir şey beklemeden hiçbir şey istemeden insanca davranmakla devam eder ve
infakla yani vermekle sürer. Bu anlamda ahlak; ihsan, erdem ve infak değerleri
üzerinden şekillenir, gelişir, kalıcılaşır ve hayat bulur.
Ahlak,
dilin ve konuşmanın ötesinde hal ile davranış ile kendini gösterir. Bazen onu
konuşmak ve hatta onu savunmak bile hayattan uzaklaşmasına neden olabilir. İnsan
için, insanlık için en büyük kurtuluştur.
Sonuç
olarak ahlak, yaratılışa uygun davranış geliştirmek, fıtrat üzere yaşamak ve
hikmeti aramaktır. Tüm insan, eşya ve dünya ilişkilerinde yaratılışa uygunluk
demektir. Ahlak, iyi davranışlarda bulunmak ve kötü davranışlardan uzak
olmaktır.
Ahlakın
temeli fıtrattır, İslam’dır.
Hayat; Süreklilik,
imtihan ve güzel ahlak
Hayat, insanları Bir’e yani Allah’a ve
Allah önünde eşitliğe davettir. Hayat sürekli devam eden, imtihanla yüklü diri
ve dinamik bir süreçtir. Felsefi olarak üç aşama üzerinden temellenir: İnsanca
varoluş, yürüyüş, yüceliş.
1.
İnsanca Varoluş
İnsan
için Varoluş, esasında yaratılış ile başlayan, bugünle devam eden ve gelecekte
de sonsuza dek devam edecek olan “Kalu bela”da başlayıp ahirete uzanacak bir
süreçtir. Nereden geldiğimizin ve nereye gideceğimizin ilk işaretidir.
2.
Yürüyüş
Yürüyüş,
cennetten dünyaya düşüşle başlayan, dünyadaki doğuşumuz ve yaşayışımız ile
devam eden ve bugün de bir umut olarak var olup yaşayan bir süreçtir. Yürüyüş
yani hareketleniş her zaman ve her koşulda taze ve diri olan umudun çağrısıdır.
3.
Yüceliş
Yüceliş,
insanlığın temelleri insanca varoluş üzerine oturan, insanlığın hareketlenişi yürüyüşle
canlanan ve yenilenen tarihsel yolculuğun bugüne tekabül eden sürecidir. Bir
anlamda varoluşa yaslanarak harekete geçilmesi ve hareket üzerinden hayatın
tekamülüdür. İnsanı kamil yolculuğudur. Hayatın anlamı ve geleceğidir.
Ve
hayat, “Güzel Ahlak”tır.
Felsefi
temellerini “insanca varoluş, yürüyüş ve yüceliş” ekseninde kuran ve güçlü,
derin dayanaklara sahip olan “Yüceliş”
fikriyatının kendini geliştirerek, arınarak, ahlaki temelde olgunlaşarak
hayat bulması tüm insanların yegane umudu olmasına imkan sağlayabilecektir.
Hayat Telakkisi;
Varlık, bütünlük ve süreklilik
İnsanın kitapta anlatılan serüveni “Andolsun
ki; Biz, insanı; çamurdan, süzme bir özden yarattık. Sonra da onu nutfe halinde
sağlam bir yere yerleştirdik. Sonra nutfeyi bir kan pıhtısı haline getirdik.
Derken o kan pıhtısını bir çiğnemlik et yaptık. Bir çiğnemlik et parçasını
kemik olarak yarattık. Kemiklere de et giydirdik. Ve sonra onu apayrı bir
yaratık yaptık. Yaratanların en güzeli olan Allah’ın şanı ne yücedir. Sonra
siz, bunun arkasından hiç şüphesiz ki öleceksiniz. Sonra siz, kıyamet gününde
muhakkak diriltileceksiniz,” (Müminun, 23/12-16) insanlığın hayat telakkisini
ve yolculuğunu açıkça ortaya koymaktadır. Bu, bir ölçüde derin zaman anlayışla
bakıldığında bir insanın sadece düz bir hayat çizgisinde seyretmediğini işaret
etmektedir. İnsanın bu denli özenli ve ince yaratılış süreci dahi onun basit
bir canlı olmadığını göstermektedir. Yaratılışı, ölüşü ve dirilişi ile insan
sonsuzluğa uzanan, devamlılık ve köklü değişim içeren hayat yaşayan bir değer
olduğunu ifade etmektedir.
Allah tarafından
insana verilen yüksek değerin yanında, kulluk bilincinden uzaklaşan insanlar
için yapılan zayıf (Nisa, 4/28), zalim (İsra, 17/11), hırslı
(Mearic, 70/19), zararda olan (Asr, 102/3)
vb. nitelemeler de vardır. Bu bağlamda insanın “eşrefi mahlukat” olma ile
“esfeli safilin” olma arasında bir çizgide hareket ettiğini ifade edebiliriz.
İnsan kulluk bilincini unutmazsa, Allah’a hakkıyla kul olursa en güzel bir
şekilde yaratılmış ve ahlaklanmış benliğini eşrefi mahlûkat kılar. Fakat kulluk
bilincini unutur ve Allah’a inanmaz, şükretmez ise en güzel şekilde yaratılmış
benliğini esfeli safilin kılar.
Allah’ın kuru
çamurdan yaratıp kendi ruhundan üflediği insan, bir yandan emaneti yüklenecek
kadar cesur, varlıkların en şereflisi, meleklerin secde ettiği, yeryüzünün
halifesi, en güzel şekilde yaratılmış (ahseni takvim) bir varlık; diğer yandan
ise zayıf, zalim, kan dökücü, bozguncu, sabırsız, tamahkar, doyumsuz, nankör,
cimri, hırsına ve tartışmaya düşkün, aşağıların en aşağısı (esfeli safilin)
olmaya aday bir varlıktır. Evet, insan, bu özellikleri aynı anda barındıran ve
büyük imtihan sahibi bir varlıktır.
“Nefse
ve onu düzenleyene, sonra da ona, hem kötülüğü hem de takvayı ilham edene, Onu
arıtan, gerçekten felaha ermiştir. Ve onu örtüp kirleten ise muhakkak ziyana
uğramıştır,” (Şems, 91/7-10), ayeti açıkça şunu göstermektedir: İnsan iyi ve
kötü yönü olan bir varlıktır. İyi yönünü besleyen kurtulur, iyi yönünü örtüp
beslemeyen dolayısıyla kötü yönünü besleyen ise mahvolur. Demek ki, mutlak iyi,
mutlak kötü insan yoktur.
Bu çerçevede düşünüldüğünde,
Allah’ın, Kur’an-ı Kerim’deki insan tanımlaması özetlenecek olursa; insan, en
güzel bir şekilde yaratılmış, kendini sorumlu kılmaya yetecek düzeyde bir
özgürlükle donatılmış, Allah’ın ruhundan üflediği ve tüm yaratılmışlara üstün
kıldığı bir varlıktır. İnsan, bu konumunu Yaratıcısına bağlı kalarak onun
istediği şekilde hayatını idame ettirerek sürdürmeli, kötü yönünü bastırıp iyi
yönünü güçlendirmeli, kendi bütünlüğüne bağlı kalarak değerini artırmalı ve
“eşrefi mahlûkat” olarak yaşamalıdır. İnsan, Allah katında değerlidir ve bütün
semavi kitaplarda olduğu gibi Kur’an-ı Kerim’de de en önemli muhatap odur.
Hayat dar anlamda ki buna “yaşam” da diyebiliriz,
dünyada insanca varoluşla başlayan, bütünlük ve süreklilik içinde yürüyüş ile
devam eden ve yüceliş ile süren bir yolculuktur. Hayat geniş anlamda ki buna
“derin hayat” da diyebiliriz, yaratılış ile başlayan, ölüş ile devam eden ve
diriliş ile süren bir yolculuktur.