30 Mart 2016 Çarşamba

İnsan; Kaynak mı Değer mi?

Büyük bir değişim içerisindeyiz. Toplum olarak, bireyler olarak, şirketler, organizasyonlar olarak değişiyoruz. Değişimin başını çeken lokomotif teknoloji elbette ama takip eden vagonlar sadece teknoloji ile direkt ilintili olanlar değil. Hayatın bütünü değişiyor; ana hatlarıyla değil, tüm ayrıntılarıyla.
Tüm bu teknolojik gelişmelerin üretimi ve şirketlerin işleyiş biçimlerini etkileyecek olması öngörülebilir bir durum idi. Öngörülmesi zor olan ise bireylerin rollerinde yaşanan değişim. Ebeveynlerin rolleri, yöneticilerin rolleri, çalışanların rolleri artık eskisinden çok daha farklı. Çünkü artık beklentiler farklı. Yüzde yüz koruma sağlayan, her türlü fizyolojik ihtiyacı gideren hatta oğullarına “baba mesleği”ni miras bırakan ebeveynlerin yerini korumadan ziyade özgürlük veren ve seçim hakkı tanıyan ebeveynler aldığı gibi; “uzaktan” yöneten, hiyerarşik sistemin tepesine yerleştirilmiş, hükmeden yöneticilerin yerini, çalışanları ile ekip oluşturabilen, hiyerarşinin zincirlerini esnetmiş (zaman zaman da kırmış) hükmetmek yerine yol gösteren yöneticiler almış vaziyette. Nasıl ki ebeveynlerdeki rol değişimi çocukların ihtiyaçları doğrultusunda gerçekleşti, yöneticilerin rol değişimi de çalışanların ihtiyaçlarının, beklentilerinin değişimi ile şekillendi.
DEĞİŞEN ORGANİZASYONA UYUM
Çalışanların tetiklediği bu fitil, yöneticileri etkilediği gibi organizasyonel değişimi de kaçınılmaz kıldı. Bu organizasyonel değişimin kalbinde yatan yapı ise işinin temeline insanı oturtmuş olan eski adıyla “Personel Yönetimi” yeni ismiyle ise “İnsan Kaynakları” birimi oldu.
İlk olarak Plato'nun bir devletin en az dört ya da beş kişiye ihtiyacı olduğuna dair fikri ile ortaya çıkan iş bölümü (division of labor) düşüncesinin Adam Smith ve Durkheim tarafından yorumlanması ile çok farklı bir hal alması sonucu üretim, basit bir iğnenin üretimi söz konusu olduğunda dahi parçalara ayrıldı. Tek bir ürün için farklı işler yapan birçok çalışanın gerekmesi o zamanki adı ile “personel yönetimi” fonksiyonuna ihtiyaç duyulmasına yol açtı. Özellikle Sanayi Devrimi'nin başlarında, çalışanların yaptıkları işlere yabancılaştırıldığı üretim tarzını benimsemiş şirketlerde işçilerin istihdamı ve ücretlerinin ödenmesi ile sorumlu olan bu yapı, hizmet sektöründe dahi çok farklı bir işlev görmemekteydi.
O dönemde “personel yönetimi” olarak adlandırılan bu birimin günümüzde “İnsan Kaynakları” ismini almış olması bile tek başına bakış açısındaki ve yaklaşımdaki değişimi gözler önüne sermektedir. Personel kelimesinin yerini alan “insan” kavramı çalışanların artık yalnızca verilen işi istendiği gibi yerine getiren bir işçi olmadığının, aksine kendi fikirleri, tarzı, kendi hayatı olan varlıklar olduğunun kabulünü göstermektedir. Charlie Chaplin'in Modern Zamanlar filminde aynı yöne koşan koyunlar ile fabrikaya giren işçileri aynı karede gösteren sahneyle çok güzel özetlenmiş olan o dönemdeki çalışana yaklaşımın kırılması, değiştirilmesi de personel sözcüğünün yerine koyulan insan ibaresi ile çok güzel ifade edilmiştir. Birey, dünyevi bir yapının hizmetkarı olmaktan da bir kuruluşa mahkum olmaktan da sıyrılmış ve hak ettiği şekilde, varlıkların en şereflisi olarak yaratılmış olan “insan” ifadesini tekrar kazanmıştır.
Bu değişiklik sadece personelin insan olarak ifade edilmesi ile sınırlı kalmamıştır. “Yönetim” de yerini “kaynak”a bırakmıştır. Burada da personel kelimesinin değişimindekine benzer çıkarımlarda bulunulabilir. Değişen bu ifade ile insanın araç olmaktan çıkarıldığı ve süreçlerin olmazsa olmazı haline getirildiği savunulabilir. Fakat madalyonun öbür yüzü çevrildiğinde kaynak ifadesinin insan için kullanımının içerisinde barındırdığı tehlikeler fark edilecektir.
BİR KAYNAK OLARAK 'İNSAN'
Kaynak kelimesinin kelime anlamına baktığımızda bir mal ve hizmet üretmek amacıyla ürünün yapısına doğrudan ya da dolaylı katılan üretim faktörleri olarak açıklandığını görüyoruz. İnsanı üretim faktörlerinden biri olarak nitelemek zihnin derinlerindeki bir 'pas'a işaret eder. Bu, bir bakıma insanı evrenin merkezine yerleştirmiş, eşref-i mahlûkat ilan etmiş ve her şeyi hizmetine sunmuş İslami felsefenin karşısına kapitalist zihniyetin sermayeci argümanlarını dikmektir. Bir organizasyonun herhangi başka bir biriminde bu ifadeyi kullanmak sakıncasız olabilse bile, işi insan olan bir birimin insanı bu şekilde ifade etmesi ve bu bakış açısı ile muamele etmesi insan için yapılıyormuş gibi görünen tüm faaliyetlerin içini boşaltacaktır. Bir projenin yönetilmesinde çalışanlar işgücü olarak nitelenip diğer kaynaklar gibi değerlendirilebilse de, herhangi bir “İnsan Kaynakları” faaliyetinde bu tarz yaklaşımın benimsenmesi “hak” kavramını zedeleyecektir. Bir üretim faktörüne indirgenen insanın hakları da bu yaklaşımla arka plana atılma tehlikesi ile karşı karşıya gelecektir. Oysa Kuran'da birçok yerde çalışanın haklarına riayet edilmesi gerektiği ve Allah'ın haksızlık edenleri sevmediği ifade edilmektedir.
Kaynak kelimesinin kullanımının bir diğer sakıncası da tek tipleşme tehlikesine yol açmasıdır. Kaynak ifadesi ürün odaklı bir ifade olmasından dolayı çalışanı arka plana itmektedir. Personel kelimesinin insan ibaresine dönüştürülmesi ile verilen özgürlük alanı, bireyin kendini gerçekleştirebilme fırsatı kaynak ifadesi ile tekrar sınırlandırılmaktadır. Çalışan tekrar sürecin girdisi haline getirilip standartlaştırılmakta ve birbirinden farklı olan insanların farklı olma haklarına saygı gösterilmemektedir.
Diğer yandan, bu dünyanın bütün insanlara ait olduğu gerçeği göz ardı edilmemelidir. Şayet hakka riayet etmekten bahsediliyorsa yeryüzündeki tüm insanların haklarına riayet etmekten bahsedilmelidir. Bir yazarın da ifade ettiği gibi her insan bir Nuh Gemisi'dir. Gerek somut anlamda gerekse soyut anlamda dünyanın ufaltılmışı olan insanın hakkı; yaşı, cinsiyeti ya da statüsü ne olursa olsun gözetilmelidir. Bu perspektif, yalnızca çalışanların değil; şirket sahiplerinin de hakkının gözetilmesini gerektirir ki bu da “İnsan Kaynakları” fonksiyonunun görevidir ve kararlar verilirken bu da göz önünde bulundurulmalıdır. Daha geniş açıdan bakıldığında ise gerçek anlamdaki dünya düzeninin sağlanması küçük dünyalar olan insanların iç düzenlerine; bu da kişinin zamanının büyük bir kısmını harcadığı iş hayatının düzenine bir silsile sonucu bağlanmaktadır. Bu bağlamda iş hayatı (geniş anlamda dünya hayatı) tüm çalışanların, tüm paydaşların yani kısacası tüm insanların faydalarını gözetecek şekilde yapılandırılmalıdır. Bu yapılandırma teşebbüslerinde uygulanan çalışanların tasnif edilmesi, yetenek havuzları, performans ölçümleri ve benzeri faaliyetler genel olarak çalışanların denetlenmesi, kontrol edilmesi olarak algılansa da altında yatan üç sebep vardır.
YENİDEN YAPILANMANIN ÜÇ HEDEFİ
Birincisi yapılan işin kaliteli ve verimli bir şekilde yapılmasını sağlamaktır ki gerek müşterilerin gerekse ortakların haklarının korunması için zaruridir. Diğer taraftan, çalışanlar arasındaki adaletin sağlanması için de bu tarz faaliyetlerin gerçekleşmesi gerekmektedir. Eşitlik sağlamak adaletin gerçekleşmesini engelleyeceği için, adil tavır zaman zaman eleştiri alsa da öncelik adalet olmalıdır. Yani, tüm bu faaliyetler insanı kaynak görerek yapılandırılmış bir kaynak değerlendirme işlemi olarak değil, değerlerin gereken özeni görebilmeleri için yapılan paha biçme, kıymet takdir etme sürecidir. Son olarak da bu tasnif ve uygulamaların insanların farklı olduklarının kabulünün bir sonucu olduğu söylenebilir. Amaç her insanın doğuştan kazandığı doğal hakları unutmadan yeteneklerine göre bir işte çalışmasının sağlanmasıdır ki kişiye kaldıramayacağı yükü yüklememek için ihtiyaç duyulan uygulamalardır.
Sonuç olarak, son zamanlardaki ihtiyaç ve beklenti değişimi organizasyonların çalışanlarına yaklaşımını olumlu anlamda değiştirmiş olsa da bu konuda faaliyet gösteren birimlerin isminin içerisinde insanı özünden ve anlamından uzaklaştıran kaynak kelimesinin kullanılmasının tehlikeli boyutları söz konusudur. İnsanın kaynak olduğu ancak bu ifade gelir, kazanç sağlayıcı öğe anlamıyla değil; suyun çıktığı yer, pınar anlamıyla kullanıldığında yani hayatın, bereketin çıktığı yer olduğunda söylenebilir fakat bu kullanım akla ilk gelen anlam değildir ve zihinde olumsuz bir çağrışım uyandırmaktadır. Bu olumsuz çağrışımı silebilmek ve yapılan faaliyetlerin “insan” için olduğu bilincini yansıtabilmek adına insanın kaynak değil değer olduğu vurgusu yapılmalıdır. Bu vurgu ile zihinlerdeki olumsuz çağrışımı giderebilmek için İnsan Kaynakları kavramı yerine “İnsan Kıymetleri” hatta “İnsan Değerleri” kavramının kullanılması insanın layık olduğu konuma ulaşması için atılmış bir adım; hak ettiği değeri korumak ve kollamak için yapılmış daha uygun bir tanımlama olacaktır.
Yeni Şafak, 26.02.2012

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder