30 Mart 2016 Çarşamba

Ahlak ve İnsan

İnsan ahlaktan, ahlak da insandan koparılamaz. Ahlak, insanı ideal ve dava sahibi yapar. İnsanı insanlıkla ilgili meselelerle uğraşmaya sevk eder. Ahlak, insanı hür ve bağımsız kılmanın ilk adımıdır. Ahlak, insanı özgürleştiren en önemli vasıftır. Zira ahlakı temel alan bir kimse gerçek özgürlüğüne kavuşmuş olur. Zira kişi, ahlakı temel almakla hem içindeki nefsi duygulara esir olmaktan kurtulmuş olur hem de kendi dışındaki otoritelerden ve fıtrat dışı tutum ve davranışlardan bağımsızlığını ilan etmiş olur.

Ahlak, insanı bir yanıyla gerçek özgür kılar diğer yanıyla da insana karşı oluşan her türlü olumsuzluklarla mücadele için sorumluluk bilinci verir. Ahlakı temel alan bir kişi aynı zamanda vicdanı da temel almış olur. Böylece kişi, yüce gönüllü olmanın ötesinde hem bağışlayıcı hem de insanlık savaşçısı olmuş olur. İnsan, ahlakla buluşup barışınca aslında fıtratla buluşup barışmış olur. Ve böylece direkt Allah'a bağlanmış olur. Böylelikle hem kendi nefsine karşı hem de dış zulümlere karşı isyan hakkını ve görevini elde etmiş olur. Böylece ahlaktan beslenen insan her tür esirlik hareketine karşı isyan bayrağını açmış olur. Nurettin Topçu'nun ifadesiyle söylersek; “Allah'a boyun eğmek, insanın kendi benliğine karşı isyan etmesi demektir.”

AHLAK SORUMLULUKTUR

Ahlak, ya göründüğün gibi ol ya da olduğun gibi görün, hayat prensibini şiar edinmektir. Basit gibi görünen bu şiar, insanın algısını insanca yapmaktan öte aynı zamanda kişiye derin bir iç tutarlık ve dinamizm kazandırır. Bu tutarlılıkla insan büyük bir iç bütünlük sağlar ve içsel yolculukla birlikte büyük bir yüceliş imkanı yakalar. Ahlak, insana her çeşit menfaat ve tutkulara karşı direnme, hatta isyan etme gücü verir. Ahlak, kişinin bizatihi kendisini koruduğu gibi, etrafındaki insanlara karşı kişiye bir sorumluluk hissi verir. Aslında ahlak, bir toplumun sağlıklı ve sıhhatli bir düzen sürmesine yardımcı olur. Zira bir toplumda ahlak yaşanılır kılınırsa o toplumun tüm bireylerinde birbirlerine karşı uyarmalar başlar ve bu durum da sürekli olarak devam eder.

Kant, doğal istek ve ihtiyaçlardan, eğilimlerden kaynaklanan davranışları “ödeve uygun” davranışlar, direkt ahlaktan kaynaklanan davranışları da “ödeve dayanan” davranışlar olarak niteler. Kant, özgürlükten kalkılarak sorumluluğun tesis edilemeyeceğini, aksine, sorumluluk duygusundan kalkılarak özgürlüğün sağlanabileceğini vurgular. Yine Kant, “insanlığı, kendinde ve başkalarında hiçbir zaman bir araç olarak değil, hep bir amaç olarak görecek gibi eyle” diyerek insanlığı bir amaç olarak görmenin altını çizer ve her insanın, insanlığın taşıyıcısı olarak kutsal bir varlık olduğuna işaret eder. Ahlak buyruklarının temeli, insanın insanlığıdır diyen Kant, “yapmalısın, çünkü yapabilirsin”, sonucuna varır.

VİCDANIN EMRİNE GİRMEK

Aslında ahlak, insanın vicdanın emrine girmesi, hem kendini hem de başkalarını insanca yaşamaya ve insan olarak kalmaya davet etmesi ve bunun için çaba sarf etmesi demektir. Ahlak, bir şey beklemeden ve bir şey istemeden kendine, başkalarına, topluma, dünyaya, çevreye, kainata, vb. her şeye sırf insan olarak ve sırf fıtrata bağlı kalarak yapılan bir insanca eyleyiş biçimidir.
Ancak bu eyleyiş biçimi çok kolay bir şey değildir. Bu yolda bir sürü tehlikeler ve tehditler mevcuttur. O yüzden, ahlaklı olmak için bir anlamda bir kahraman, bir ahlak kahramanı olmak gerekebilir.

SERMAYE, İKTİDAR VE ŞİDDET

İnsanın ahlakla imtihanı çok zor bir imtihandır. Bu imtihan üç alanda daha da zor bir hale gelir. Bunlar; sermaye, iktidar ve şiddet alanlarıdır.

Sermaye, Müslüman olsun gayrimüslim olsun maalesef bozucu ve ifsat edici bir özelliğe sahiptir. Çağımızda iyice azan kapitalizm, insanı sermaye tarafında ahlaktan kopararak zalim bir muktedire çevirirken, çalışan tarafında ise bir makine dişlisine çevirerek nesneleşmiş, şeyleşmiş bir kişiliğe çevirmiştir. Böylece her iki tarafta da ahlak yozlaşmakta, gerçek şahsiyetler yok olup gitmektedir.
İktidar, insanları son derece dejenere eden, bozan ve kötü alışkanlıklar kazandıran bir olgudur. İktidar, hem sahiplerini yoldan çıkarıp başkalaştırır hem de iktidarın nimetlerinden faydalanmak isteyen ikbal düşkünü insanları ifsat edip ahlaktan uzaklaştırır.
Keza şiddet de, ahlakı bozucu bir yapıya sahiptir. Hatta şiddet, ahlakı çok önemser gözükürken hem ahlakı yozlaştırmakta hem de canlara mal olacak kadar gözü dönmüş, fanatik, insanlıktan çıkmış ve dogma insanlar üretebilmektedir.

AHLAK DİRENMEKTİR

Sonuç olarak sermaye değer erimesine, iktidar değer yozlaşmasına, şiddet de değer yok olmasına sebep olmaktadır. Bu durum doğal olarak, insanı kendine ve değerlerine yabancılaştırmakta, bizatihi insanı insan olarak kalmaktan uzaklaştırmakta ve başkalaştırmaktadır. Ahlakı korumak ve insanın insan olarak kalma davasını sürdürebilmek ancak bu üç alanda titiz davranmakla ve hatta bu alanlardan uzak durmakla mümkün olabilir. Eğer bu alanlarla ilişkiye bir tür mecbur kalınırsa en azından bir cemaatle birlikte bunu denemek gerekir, diye düşünüyoruz. Zira cemaat, birbirlerini uyaran ve yıkayan eller misali, bir çeşit korunma sağlayabilir. Her İslami hareket gibi her Müslüman da söz konusu şu üç alanda titizlik göstermeli ve kırmızı çizgilere uymalıdır; şiddetten uzak durmak, iktidara mesafeli olmak ve sermayenin ifsadından korunacak tedbirleri almak. Ahlak, insanı insan yaptığı gibi, insana her türlü zorluğa karşı dayanma ve direnme gücü verir. İnsanı umutlu yapar, kutlu yapar.
Aslında, insan ahlaktan ibarettir.

Yeni Şafak, 02.01.2016

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder